Merhabalar….
1950’li yıllarda Amerikalı mühendisler Türkiye’ye gelmiş.
O dönem, “Küçük Amerika olacağız” diye ilk heveslendiğimiz yıllar…
Bazı imar çalışmalarına rehberlik ediyorlar.
Ama bizde o zamanlar ne yol güzergâhını belirleyecek alet var, ne de yeterli teknik personel…
Nafia mühendisleri çareyi şöyle bulmuş:
Bir eşeği yokuşa sürüyorlar, ardından ekipler şeritmetreyle ölçüm yapıyor.
Eşeğin bastığı yerlere kazık çakıp yolun istikametini belirliyorlar.
Amerikalı mühendislerden biri bu sahneyi görünce işin mantığını kavrayamamış, sormuş:
— Ne yapıyorlar böyle?
— Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
— Nasıl yani, anlayamadım?
Bizimkiler açıklamış:
— Eşek %7’den fazla eğime çıkmaz. Biz de onun yürüdüğü güzergâha kazık çakarak yolun geçeceği en uygun hattı belirliyoruz.
Amerikalı bu pratik yönteme önce katıla katıla gülmüş.
Kendine geldikten sonra merakla tekrar sormuş:
— Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Bizim yetkili hiç bozuntuya vermeden cevaplamış:
— Amerika’dan mühendis getirtiyoruz.:)
Sabah serinliğinde uyanan Anadolu köylerinde hâlâ yankılanır eşek anırması.
Kimine göre rahatsız bir ses, ama bilen bilir: O ses, doğanın içinden gelen bir tecrübeyi,
bir direnci, bir hafızayı fısıldar.
Eşek deyip geçmeyin.
O, bir defa gittiği yolu asla unutmaz.
Bu yüzden kıymetlidir, bu yüzden makbuldür; hatta kervanların en muteber yolcusu deveye bile kılavuzluk eder.
Modern insanın elinde GPS, navigasyon, harita; eşeğin kalbinde ise tecrübe ve yön duygusu vardır.
Ve inanın, çoğu zaman daha az sapar.
Eşek bir mühendis gibidir. Hikayedeki gibi
Yokuşu öyle rastgele tırmanmaz.
Matematiksel bir eğimle, sabırla, virajlar çizerek çıkar rampaları.
Yani kısa olanı değil, doğru olanı tercih eder.
Düştüğü çukura bir daha düşmez.
Bastığı bataklığa ikinci kez basmaz.
Bazen diplomalı nice insanın defalarca tekrar ettiği hataları, o bir kez yaşar ve belleğine kazır.
İrade dediğin bazen diplomasızdır ama hayatın kendisiyle yoğrulmuştur.
Eşek deyip geçmeyin…
Öyle herkesin küçümsediği gibi değil o işler.
Eşek dediğin…
Kendine iyilik yapanı unutmayan, kötülüğü de asla affetmeyen bir karakter abidesidir.
Duruşu nettir. Ne eğilir, ne bükülür.
Omurgalıdır – hem gerçek anlamda, hem mecazen.
Sıpasını doğururken kimseden “ay canım epidural ister misin?” diye beklemez.
Ne hemşire çağırır, ne ambulans…
Doğurur, kalkar, temizler, büyütür.
Hatta sıpayı başkasına bırakıp “ben bir kahve içip geliyorum” da demez.
Eğitimini de bizzat kendisi verir.
Cep telefonu verip oyalan diye eline tutuşturmaz mesela.
Tablete sarıp sus payı yapmaz.
TikTok’a değil toprağa yönlendirir.
Ama biz ne yaparız? “Eşek gibi çalışmak” deriz mesela…
Sanki eşek tembel olsa biz daha mı çok çalışacağız?
Sonra da kalkar küçümseriz. Halbuki biraz örnek alsak…
Belki daha az eşeklik ederiz.
Eşek deyip geçmeyin.
Kendine iyilik yapanı da kötülük yapanı da unutmaz…..
Devami <<< Hakime Gulsum