“Seninle münakaşaya kalkışanlara de ki: ‘Ben, yüzümü Allah’a teslim ettim; bana uyanlar “Kendilerine kitap verilenlere  ümmilere de ki: ‘Siz de teslim oldunuz mu?’ Eğer teslim olurlarsa hidâyet  bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse, artık sana düşen yalnızca tebliğdir. Allah, kullarını çok iyi görmektedir” (Âl-i İmrân Suresi, 20. Ayet)

“Allah’ın âyetlerini küfredenler, haksız yere peygamberleri öldürenler ve insanlarda adalet emreden kimseleri öldürenler “Ve insanlar arasında âdaleti emreden kimseleri öldürenler var ya, onlara can yakıcı bir azabı müjdele.” “(Âl-i İmrân Suresi, 21. Ayet)

“İşte onlar, dünyada da âhirette de amelleri heder olmuş kimselerdir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.”(Âl-i İmrân Suresi, 22. Ayet)

 

Abdullâh bin Abbâs Hazretleri’nin rivâyetine göre:

“Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir.” sözünü İbrâhim -aleyhisselâm-, ateşe atılırken söylemiştir. Peygamberimiz de bu sözü; “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların îmanları artmış ve hep birlikte; “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı büyük bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir.[2]

Cenâb-ı Hak bu tevekkül ehli Müslümanları şöyle medheder:

“Bâzı münâfıkların Müslümanlara; «Düşmanlarınız size hücûm için hazırlandılar; aman onlardan sakının!» demeleri, onların îmanlarını bir kat daha artırdı ve; «Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler. Bunun üzerine onlara hiçbir zarar dokunmadan, Allâh’ın nîmet ve ikramlarıyla döndüler. Böylece Allâh’ın rızâsına da uymuş oldular. Allâh büyük kerem sâhibidir.” (Âl-i İmrân, 173-174) (Vâhidî, s. 135)

 

Tevekkül ve Teslimiye

“–Yâ Rasûlâllah! Hayvanımı bağlayıp da mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye sormuştu. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben:

“–Önce bağla, sonra tevekkül et!” buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet, 60/2517)

 

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hadîs-i şerîf pek ibretlidir:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Benî İsrâîl’den bir zâtın şu güzel hâlini anlattı. O kişi, birisinden bin dinar borç istemişti. Kendisinden borç talep edilen kimse:

“–Bana şâhitlerini getir, onların huzûrunda vereyim, şâhid olsunlar!” dedi. İsteyen ise:

“–Şâhit olarak Allâh yeter!” dedi. Borç verecek olan kimse:

“–Öyleyse bana kefil getir.” dedi. Borç isteyen kişi:

“–Kefil olarak da Allâh yeter.” dedi. Borç verecek olan şahıs:

“–Doğru söyledin!” dedi ve belli bir vâde ile parayı ona verdi.

Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vâdesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Çâresizlik içinde bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı, sâhibine hitâb eden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Deniz kıyısına gelip:

“–Ey Allâh’ım! Biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç almıştım. Benden şâhid istediğinde ben; «Şâhid olarak Allâh yeter!» demiştim. O da şâhid olarak Sana râzı olmuştu. Benden kefil isteyince de; «Kefil olarak Allâh yeter!» demiştim. O da kefil olarak Sana râzı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim, ama bulamadım. Onu Sana emânet ediyorum!” dedi ve odun parçasını denize attı. Odun, denizde yüzüp giderek gözden kayboldu.

Bundan sonra adamcağız, oradan ayrılıp, kendini götürecek bir gemi aramaya devâm etti.

Bu arada borç veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemekteydi. Gemi yoktu ama, içinde parası bulunan odun parçasını gördü. Onu evine odun yapmak üzere aldı. (Testere ile) parçalayınca para ve mektupla karşılaştı.

Bir müddet sonra borç alan kimse de (bir gemi buldu ve memleketine) döndü. (Odun parçası içinde gönderdiği parayı almamış olabileceği ihtimâli ile derhâl) bin dinarla borç aldığı adamın yanına geldi:

“–Paranı getirmek için aralıksız gemi aradım. Ancak beni getiren bu gemiden daha önce gelen bir gemi bulamadım.” dedi. Alacaklı:

“–Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?” diye sordu.

“–Ben sana, daha önce bir gemi bulamadığımı söyledim.” dedi. Alacaklı:

“–Allah Teâlâ, odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı senin yerine (bana) ödedi (yâni ihlâsın mukâbili Cenâb-ı Hak sana kefil olarak bana ulaştırdı. Dolayısıyla şimdi getirdiğin bin dinar da sana kaldı. Bu vesîleyle huzur içinde) bin dinarına kavuşmuş olarak dön!” dedi. (Buhârî, Kefâlet 1, Büyû 10)

Allâh bir şeye kefîl olursa imkânsız gibi görünen şeyler dahî kolayca husûle gelir. Kula düşen, O’na tevekkülde ihlâs ve samîmiyet…

 

 

Ebûbekir es-Sıddîk, -radıyallâhu anh- anlatıyor:

(Hicret yolculuğunda) Rasûlullâh ile mağaradayken, tepemizde dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını gördüm ve:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olursa mutlakâ bizi görür.” dedim.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Üçüncüleri Allâh olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler düşünüyor)sun, ey Ebûbekir?!” (Buhârî, Tefsîr, 9/9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 1)