“Selâmün Aleyküm, Anne ve Baba Hakkında Birkaç Söz…”

Babamın bana söylediği bir söz vardı:
“Benim kızım okula gidiyor, amcası, sondan birinci olmak için…”
Babamın bu sözünü hiç boşa çıkarmadım! Karnem zayıflarla dolu olurdu ama hep sondan birinci oldum.

Kendime hep şunu derdim: “Bu kadar baba sözünü sadık bir şekilde yerine getirdim işte!”

Ama bu başarısızlığın sebebi neydi, gerçekten bilmiyorum.

Hâlâ bilmiyorum. Tembellikten olmadığını biliyorum.

Çocukluğumda tembellik yapacak bir anım bile olmadı.

Hicret misafirleri, az çok benim çocukluğumu bilirler.

İlgilenilmeyen bir çocuktum, bu yetmezmiş gibi üzerine bir de ilgisizlikten doğan yüklerin altına itilirdim.

Hiçbir zaman kendi sorumluluklarıma vakit ayıramadım

Ders yapmaya ne zamanım ne de halim olurdu.

Büyüklerin kendi aralarındaki tartışmalarından korkar, bir köşeye sinerdim.

Bu yazıyı şikâyet etmek için yazmıyorum, yalnızca paylaşmak istedim.

Allah hepsine rahmet eylesin.

Karnemi merak eden bir ailem olmadı. Onlar için daha önemli işler vardı:
“Tavukların yemi verildi mi?”
“Avlu süpürüldü mü?”
“Yoldan su gelecek, hazır ol!”
“Çamaşır günü yaklaşıyor…”
“Hayvanların altı temizlendi mi?”

Bazen hiçbir işim olmasa mahalleden kovayla toprak taşırdım. Hayvanların altını temizlerdim ki kuru kalsın. Dağdan hayvanları getirip götürmek de benim işimdi. Ve bazen düşünürdüm: Bu evde beni besleme olarak mı aldılar acaba?

Ama sonra babama baktığımda o şüphelerim dağılırdı.

Çünkü fiziksel olarak ona o kadar benziyordum ki…

Huyum bile babama benzer…..

Bir çocuğun hayatı ne kadar renkli olabilir ki? Hele ki yağmur yağınca hayvanları dağdan indirmek gibi görevler arasında sıkışmışsanız.

Öyle ki bazen “Ben bir çocuk muyum, yoksa evin küçük işçisi mi?” diye düşünürdüm:)

Bugün hâlâ çocukluğumun o dönemi üzerine düşündüğümde, yaşadıklarımın nedeni neydi bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var ki, çocukluğumda üzerime binen sorumluluklar, derslerime asla vakit bırakmadı.

Belki de o yıllarda en çok ihtiyaç duyduğum şey bir “ilgi”ydi.

Her çoçuk gibi  benim de  hayallerim  vardı…

Yağmurlu bir günde, okulun kapısında bir annenin şemsiye ile beklediği o sahne mesala işte bu sahne benim çocukluk hayalimdi.

Anlatamam, bu hayal gerçek olsaydı mutluluktan uçardım.

Ve kurabiye kokan bir ev…

Bu nasıl bir zenginliktir, bilmiyorum.

Çünkü hiç yaşamadım.

Bunlar olmayınca, baba kelimesi korkuyu çağrıştırır oldu.

Anne kelimesi ise her daim  hasret.

Ama ne tuhaftır ki, en çok sevdiğim ve hasretini çektiğim iki kelime de yine bunlar oldu:

Annem ve babam

Babamın gözlerinin yeşil olduğunu, öldüğünde fark ettim.

Onu hep çatık kaşlarıyla hatırlardım.

O, sevgisini açıkça gösteren bir baba değildi.

Çiçeklerine gösterdiği sevgi ve şefkati bize göstermekten hep uzaktı.

Ama ben yine de babamı o kadar çok severdim ki…

Ninem ,komşulara şikâyet ettiğinde babama tek bir kötü söz söyletmezdim.

O küçücük halimle nasıl savunurdum onu, bir bilseniz.

Kavaklı Köy’ün dili olsa da söylese… Ninemin bağ evinde, mor incir ağacının altında, caminin

tam karşısında, ne çok yolunu gözledim babamın.

Nazilli’den gelen dolmuşların her birini heyecanla izledim

Her durakta, “Acaba bu sefer gelir mi?” diye düşündüm.

O, hiç gelmedi. Çünkü hapisteydi.

Hapisten çıktığında bana öyle güzel sarılmıştı ki… Ömrümde bir de evlenirken sarıldı bana.

O kadar. Ne eksik, ne fazla.

Hapisteyken benim için boncuklardan bir saat yapmıştı.

Ama o saat de kayboldu; ya ovada çapada ya da dağda hayvan güderken…

Babam kendine has bir insandı.

Belki sevgisini göstermeyi bilmiyordu.

Ama konu atları ve çiçekleri olduğunda, akan sular dururdu.

Atlarını çok severdi.

Çiçeklerine gösterdiği sevgi ve şefkati ise hiçbirimize gösterdiğini hatırlamıyorum.

En sevdiği küpeli çiçeği kaç defa alıp avlunun arkasına, kümesin arkasındaki ekşi erik ağacının altına attığımı bilmem.

Canimi acitan  küpeli çiçegini bugun benim de çok çok sevmem

Ama sonra hep gidip geri alır, yerine koyardım korkumdan:)

Babam eve gelmeden önce…Tabiki

Böyleydi babam.

Kötü bir insan değildi. Ama çocukken anlamıyorsunuz.

Gençken kırgınlık hissediyorsunuz.

Onun  diğer babalardan farklı olduğunu sanıyorsunuz.

Oysa  belki de pek çok baba benim babam gibiydi.

Evlendiğimde ona soğuk davrandım.

Çünkü cahildim.

Eğer o zamanlar Kur’an-ı Kerim’den anne-baba hakkını bilseydim, hem vallahi hem billahi hiçbir şeyin önemi kalmazdı.

O bana sarılmasa bile ben ona sarılırdım.

Soğuk davranmaz, yüzüne kırgın bakmazdım.

Bugün onlardan razıyım ben;

Allah da onlardan ve benden razı olsun inşallah.

Baba… Kolay söylenen ama anlamı çok büyük bir kelime.

Özellikle bir çocuk için.

Boşanmalardan sonra ebeveynlerin sıklıkla yaptığı büyük bir hata var: Çocuğun gözünde babayı

ya da annenin ailesini kötülemek.

Ne yazık ki, bu durum özellikle babalara çok yapılıyor.

Yapmayın bunu. Siz boşanıyorsunuz, ama çocuklar boşanmıyor.

Hatta boşanmasanız bile aynı hataya düşülüyor: Çocuk size daha bağlı olsun diye diğer ebeveyni ya da aile büyüklerini kötülemek.

Oysa bu tavırlar çocukların küçük omuzlarına nefret yükleri yüklüyor.

Onların kalplerini kinle, nefretle dolduruyorsunuz.

Galiba , baba olmak için önce babanın büyümesi gerekiyor.

Anne olmak için de annenin büyümesi gerekiyor.

Baba her şeyi bilen, her sorunu çözen, ailesine kol kanat geren, sevgi dolu, sırtını yaslayacağın, sırlarını paylaşacağın biri olmayabilir

Bu donanımda olmayabilir.

Ama o, bir baba.

Öyle merhametlidir ki, belki de bu merhameti size gösterecek bir kariyer sahibi olmamıştır.

Çok parası da yoktur.

Ama o size sadece baba olmuştur.

Ve bunu bilerek, hesaplayarak yapmamıştır.

Allah ona o rolü vermiştir.

Senin baban böyle olmayabilir.

Ama unutma: Allah, o kişiyi senin için baba olarak seçmiştir.

Annen çok kabiliyetli olmayabilir, kariyer sahibi olmayabilir.

Ama eğer önüne sıcak bir çorba koymuşsa, bu başlı başına büyük bir nimettir.

Bir gün yetimhanelerdeki annesiz, babasız çocuklara sor bakalım.

Bir tas çorbanın, bir sıcak dokunuşun, “anne” ya da “baba” demenin anlamını en iyi onlar bilir.

Bugün anlıyorum ki, anne ve baba olmak kolay değilmiş.

Biz çocuklar onların kusurlarını büyütüyoruz, ama o kusurların ardındaki sevgiyi görmekte geç kalıyoruz.

Çünkü insan, sevdikleriyle sınanır.

Teslimiyet… İşte insanı hafifleten, güzelleştiren bir duygudur teslimiyet.

Ve Allah sana öyle bir anne ve baba nasip ettiyse, unutma ki onlar senin sınavındır.

Belki sevgilerini göstermeyi bilemediler.

Belki seni hak etmediler.

Ama sen onların sevgisini hak etmelerine bakmadan, sırf Allah rızası için ara, sor hallerini.

Genç kardeşim, yaşarken helalliğini al.

İşimiz ahirete kalırsa hesabımız çok zor olur.

Geçmişi sırtında taşımaktan vazgeç.

Kin ve kırgınlıkları kalbinden boşalt ki hanene sevaplar yazılsın.

Omzundaki Kirâmen Kâtibîn melekleri bunu yazıyor.

Allah da onun sevabını senin kasana koyacaktır.

Kim bilebilir? Belki senin bir telefonun, bir hâl hatır sormanın sevabı çok büyüktür.

Sen yeter ki Allah rızası için ara, sor. Anneni, babanı…

Bu dünya gelip geçici.

Ama Allah’ın izniyle, bu teslimiyetle kazanan sen olacaksın inşallah.

Selâmün aleyküm.

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶