Selamun aleykum
“‘Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir,’ demiş Hacı Bektaş Veli.
Ne kadar sade, ne kadar yalın bir hakikat!
Ama biz modern dünyada bu sözü çok daha ileri taşıdık, değil mi?
Şimdi iyilikle ilgili kararlarımızı tamamen nesnel kriterlere dayandırıyoruz: İnsanların hangi dili
konuştuğuna, hangi dine inandığına ya da ten renginin tonuna göre.
Sonuçta, iyilik dediğin şey bu tür yüzeysel detaylarla birebir bağlantılıdır, değil mi?
Dinimiz de ‘insanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır’ (Hadis-i Şerif) düsturuyla ne kadar da örtüşüyor.
Ama biz bu sözü başka bir seviyeye taşıdık, değil mi? Artık iyilik, kişinin Allah’a ve peygamberine olan bağlılığıyla
değil, mezhebine, etnik kökenine veya hangi cemaate üye olduğuna göre değerlendirilir oldu.
Mesela, biri dürüst, yardımsever ve takva sahibi olabilir, ama yanlış mezheptense?
Hangi cemaate bağlı olduğunu sorgulamadan o kişinin iyiliğini kabul edebilir miyiz?
Kaldı ki, bu dünyada iyilik o kadar basit bir şey olamaz.
Biz, iyiliğin kimlere ait olduğunu karar verenlerden olmalıyız, değil mi?
Bir de şu konu var: Dinimiz bize her insanı eşit yarattığını (Hucurat Suresi, 13. Ayet) söylemesine rağmen, biz bu eşitliği nasıl anlamalıyız?
Ayette geçen ‘Allah katında en üstün olanınız, takvada en ileri olanınızdır’ demesine ragmen karsi grubtansa !!!!
Çünkü en üstün olanların bizim gibi inanması gerek.
Allah katındaki değerini anlamak için önce kim olduğunu, nereden geldiğini ve kimlerle oturup kalktığını öğrenmeliyiz.
Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Veda Hutbesi’nde açıkça ne demişti? ‘Arap’ın Arap olmayana, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur.’
Ama bu sözü her cuma hutbesinde duymak ayrı, uygulamak ayrı.
Hele bir de farklı dillerde konuşan veya bizden farklı düşünen insanlarla karşılaştığımızda, o üstünlük meselesine
bir bakış atmak lazım, değil mi? ‘Tabii ki eşitiz ama…’ diye başlayan cümlelerle durumu toparlarız.
Bu sözleri bugünün dünyasında, hatta bazen camilerimizde bile görmek isterdim:
Herkesin saf tutuş şekli, oturduğu yer ya da görünüşü yargılanmadan ibadet ettiği bir yer.
Ama ne yazık ki safı doğru yerde tutmak kadar, kimlerle saf tuttuğun da sorgulanıyor.
Demek ki iyilik bile artık bir tercih meselesi olmuş!
Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi iyilik evrensel bir değer, Dinimiz bunu defalarca vurguluyor.
Ama biz o evrenselliği kendi küçük dünyalarımıza sığdırmakta ısrar ediyoruz.
Herkesi kucaklamaktan bahsederken, o kucakları daraltıyoruz.
Yani iyiler iyidir, ama… İşte o ‘ama’ bizi nereye götürüyor, kim bilir?”
Mesela bir başkası sevgiyi ve barışı savunabilir; fakat yanlış renktense, o sevgi eksik kalır.
Bir başka örnek: Biri açları doyurabilir, yoksulları koruyabilir, ama dilini anlamıyorsak…
Eh, o zaman iyiliği de anlayamayız, zaten değil mi?
Hacı Bektaş Veli tabii bunu söylemiş ama o zamanlar ne uluslararası sınırlar vardı, ne de kimlik kontrolleri.
İnsanların farklı dillerde selamlaştığı, farklı inançlarla aynı sofraya oturduğu bir dünyada böyle laflar etmek kolay tabii.
Şimdi bir düşünün, bizim bugünkü koşullarda ‘iyiler iyidir’ demek nasıl mümkün olabilir?
İnsanları ayırmadan, sınıflandırmadan nasıl yaşayacağız?
Bu kadar basit bir dünyayı nasıl hayal edeceğiz?
Bir yandan, birilerinin bu sözü duvarlarına yazıp altına büyük harflerle ‘AMA…’eklediklerini hayal ediyorum.
İyiler iyidir, ama şu inançtan olmayanlar hariç.
İyiler iyidir, ama ‘bizden olmayanlar’ dışında.
İyiler iyidir, ama ne olur önce pasaportuna bir bakalım.
Hacı Bektaş Veli’nin bu hoşgörüsü ne büyük bir ideal!
Fakat biz, kendi küçük dünyalarımızda bu ideali sadece güzel bir yazı gibi, vitrine koymalık bir süs gibi kullanıyoruz.
Çünkü ‘iyiler iyidir’ demek kolay, ama iyiliği gerçekten görmek, anlamak ve kutlamak mı?
İşte o biraz zor geliyor.
Ama olsun, biz yine de bu sözü bayrak yapıp, bir yandan insanları iyiliklerine göre değil,
farklılıklarına göre yargılamaya devam ederiz.”
Selam ve dua ile …