Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

1- Oku! O Rabbinin adıyla ki yarattı.

2- İnsanı bir alaktan yarattı.

3- Oku! O, keremine nihayet olmayan Rabbindir.

4- O, kalemle öğreten Rabb’tir.

5- O, insana bilmediğini öğretti.

Bu sûre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine inen ilk Kur’ân sûresidir.

Nübüvvetin başlangıcında kendisine nazil olmuştur.

O vakit Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), “Kitap nedir, iman nedir?” bilmiyordu.

Cibril (aleyhisselam), ona risalet görevini getirip vermiş ve okumasını emretmişti. Ancak Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mazeret beyan ederek şöyle demişti:
“Ben okuma bilen birisi değilim.”

Cibril (aleyhisselam), bu emrini Peygamberimiz okuyuncaya kadar tekrar etti. Bunun üzerine Yüce Allah şu buyrukları indirdi:

“Oku! O Rabbinin adıyla ki yarattı.”

Allah, bütün varlıkları yaratmış, özellikle de insanı var etmiş ve yaratılışının başlangıcını şu şekilde ifade etmiştir:
“Bir alaktan…”

İnsanı yaratan ve ona büyük bir özen gösteren Yüce Zât, emir ve nehiylerle onun işlerini düzenlemeyi kaçınılmaz kılmıştır. Bu ise peygamberler göndermek ve kitaplar indirmekle gerçekleşir. Bundan dolayı Allah, okuma emrini verdikten sonra insanı yarattığını hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:

“Oku! O, keremine nihayet olmayan…”

Allah’ın pek çok sıfatı ve ihsanları vardır. O’nun cömertliği sonsuzdur. Çeşitli ilimleri öğretmiş olması da O’nun kereminin bir tecellisidir. Nitekim şöyle buyrulmuştur:

“O, kalemle öğreten Rabb’tir. O, insana bilmediğini öğretti.”

Yüce Allah, insanı annesinin karnından hiçbir şey bilmez halde çıkarmış; ona işitecek kulak, görecek göz ve akledecek kalp vermiştir. İlim elde etme yollarını kolaylaştırmış; Kur’ân ve hikmeti öğrettiği gibi, kalemle yazı yazmayı da öğretmiştir. Kalem, bilgilerin korunmasını, hakların tespit edilmesini ve insanlar arasında mesajların iletilmesini sağlar.

Hamd, yalnızca Allah’a mahsustur. O, kulların şükretmekten ve nimetlerinin karşılığını vermekten âciz kaldıkları bunca ihsanların sahibidir.

6. Sakın! Çünkü insan gerçekten azar;

7. Kendisini müstağni gördü diye.

8. Şüphe yok ki dönüş ancak Rabbinedir.

Yüce Allah, insana bol rızık lütfetmiş ve onu ihtiyaçtan kurtararak varlık sahibi kılmıştır.

Ancak insan, bilgisizliği ve zalimliği nedeniyle kendisini müstağni (başkalarına muhtaç olmayan)

bir konumda gördüğü zaman haddi aşar, azgınlaşır, hidayet karşısında büyüklenir ve Rabbine döneceğini unutur.

Amellerinin karşılığının verileceğinden korkmaz.

Hatta bu durum, hidayeti terk etmekle kalmaz; başkalarını da hidayeti terk etmeye davet etmeye kadar varabilir:

9,10. Bir kulu namaz kılarken engelleyeni gördün mü?

11. Gördün mü (onun yaptığını)? Ve o (namaz kılan) doğru yol üzerinde ise,

12. Yahut takvayı emrettiyse,

13. Gördün mü (ya bu engelleyen) yalanlayıp yüz çevirdi ise?

14. (Bu adam) Allah’ın muhakkak gördüğünü hiç bilmez mi?

Böyle bir kimse, bizzat hidayeti terk etmekle ve başkasını hidayeti terk etmeye davet etmekle

kalmaz; imanın öngördüğü en faziletli amellerden biri olan namazdan alıkoymaya da kalkışır.

İşte Yüce Allah, böyle azgın ve batıl üzerinde direnen kimseye şöyle hitap eder:
Namaz kılan kulumu yasaklayan kişi! “Ya o namaz kılan kulum doğru yol üzerinde ise, hakkı biliyor ve gereğince amel ediyorsa?
Yahut başkasına takvayı emrettiyse?”

Bu nitelikte olan bir kimsenin bu işten alıkonulması güzel bir şey midir?

Böyle birisini bu ibadetten alıkoymak, Allah’a karşı savaşın ve hakka karşı mücadelenin en büyük şekli değil midir?

Böyle bir yasak, ancak bizzat hidayet üzere olmayan yahut başkasına takvanın aksini emreden kimse tarafından yapılabilir.

Namazdan alıkoyan böyle bir kimseyi, Yüce Allah şu şekilde uyarır:

“Gördün mü (ya) yalanlayıp, ilahi emirden yüz çevirdiyse? Allah’tan korkmaz, O’nun

azabından çekinmez mi? Allah’ın muhakkak yapıp ettiklerini gördüğünü hiç bilmez mi?”

Daha sonra halini sürdürmeye devam ettiği takdirde, onu tehdit etmek üzere şöyle buyurur:
15. Sakınsın (bu yaptığından)! Eğer vazgeçmezse – andolsun ki, şiddetle yakalayıp çekeriz alnından,

16. O yalancı ve günahkar alnından.

17. O halde çağırsın meclisini;

18. Biz de zebanileri çağırırız.

19. Hayır, ona itaat etme! Secde et ve yaklaş.