𝒮ℯ𝓁𝒶𝓂𝓊𝓃𝓁𝒶ℯ𝓎𝓀𝓊𝓂:)
Birlikte aynı sofraya oturmak…
Aynı evde yaşamak…
Aynı soyadını taşımak…
Bunlar bir aile olmaya yeter mi gerçekten?
Bazen insan kalabalıklar içinde bile kendini yalnız hisseder.
Bazen de sessiz bir bakış, yüreğe sıcaklık verir.
Çünkü mesele orada olup olmamak değil, hissetmek ve hissettirmek.
Aile dediğimiz şey, sadece akrabalıktan ibaret değil.
Aile, birinin gözünden yaş süzülürken diğerinin kalbinin titremesidir.
Aile, birinin sustuğunu anlayıp “Ben buradayım” diyebilmektir.
Geçtiğimiz günlerde kulağıma çarpan bir söz beni derinden etkiledi:
“Hissin kadar hissen vardır.”
Ne kadar sade, ne kadar derin bir cümle…
Bu hayatta her şeyin bir hissesi var…
Mirasın, kazancın, söz hakkının…
Ama ailede hisseni belirleyen şey, kalben ne kadar içindesin, işte o.
Ne kadar sarıldın? Ne kadar merhamet ettin? Ne kadar dinledin, anladın, göz göze geldin?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:“Sizin en hayırlınız, ailesine en hayırlı olanınızdır.” (Tirmizi)
Yani iyiliğimizin ölçüsü, ailemize davranışımızda gizli.
Sokakta güler yüzlü olup, evde surat asıyorsak; dışarıda merhametli olup, evde kalp kırıyorsak…
kendi evimizin hissedeni değil, sadece yaşayanı oluruz.
Duygusal emek verilmeyen bir ev, zamanla soğur.
Göz göze gelinmeyen sofralarda, kalpler aç kalır.
Çünkü sevgisiz geçen her gün, bizden bir şey eksiltir.
Her susuş, her duyulmayan kelime, kalpte iz bırakır.
Ve unutmayalım: his bırakmayanın hissesi olmaz.
Ailede bir annenin yorgunluğu, bir babanın sessizliği, bir çocuğun içine attığı cümle…
Bunların hepsi duyulmak ister.
Çünkü hissedilen kişi, kendini ait hisseder.
Ve ait olunan yer, gerçek yuvadır.
Sevdiğiniz insanlara dokunun.
Gözlerinin içine bakın.
Kalplerine sorular sorun.
Çünkü bir gün dönüp baktığınızda, size kalan yalnızca o hisler olacak.
Ve hep hatırlayın:
Ailede, hayatta, kalplerde…
hissin kadar hissen vardır.
Eşler arasında en hassas meselelerden biri, birbirlerinin anne ve babasına gösterilen saygıdır.
Bu, hem evliliğin bereketini etkiler hem de gönüllerde derin izler bırakır.
Çünkü bir insanın annesi, babası… onun en kıymetlisidir.
Eşinin gözünün içine bakarken, onun annesine saygısızlık ediyorsan…
O kalbi gerçekten ne kadar hissedebilirsin?
Nice yuvada sevgi var sanılıyor ama saygı eksik.
Bir kadın, eşinin annesini küçümserse; bir erkek, eşinin babasına hakaretle bakarsa…
Orada sevgiden, anlayıştan, huzurdan söz edilebilir mi?
Unutma…
Senin annen ne kadar kıymetliyse, onun annesi de o kadar kıymetlidir.
Senin babana söylenen bir sert söz kalbini nasıl kırarsa, onun babasına edilen bir imalı bakış da canını yakar.
Eşine kıymet veriyorsan, onun sevdiklerine de kıymet verirsin.
Onun senin kalbine dokunmasını istiyorsan, önce sen onun geçmişine, ailesine, değerlerine saygı duyarsın.
Çünkü kalbinin annesi hor görülen biri, sana nasıl tam açılır?
Ailede duyguya yer vermeyen, hissi eksik bırakır.
Ve hissin yoksa, hisseni yitirirsin.
Çünkü hayat, sadece “eş” olmayı değil, aynı zamanda “evlat” olmayı da sürdürmektir.
Ne acıdır ki bugün, kendi anne babasını hor gören ama eşinin ailesine yaranmak için türlü övgüler dizen insanlar var.
Sırf eşi üzülmesin diye kendi annesini sessizce gözyaşlarına terk eden…
Babası hastayken bir telefon etmeye çekinen ama eşinin babası geldiğinde kırmızı halı seren…
Bu ne terazidir? Bu nasıl bir vicdandır?
Bir insan, eşine sevgisini gösterirken, onu dünyaya getiren anne babasını unutursa;
O sevgide gerçeklik kalır mı? O evlilikte bereket kalır mı?
Kendi anne ve babasını küçümseyip, eşinin ailesine aşırı ilgi gösteren evlatlar…
Bu, hem vicdanen eksik kalır hem de aileyi derinden sarsar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ne diyordu?“Sizin en hayırlınız, ailesine en hayırlı olanınızdır.” (Tirmizi)
Eşinin ailesine gösterilen saygı, güzel bir davranıştır.
Ancak, kendi anne-babana olan saygıyı yitirmek kabul edilemez.
Aile içinde dengeyi sağlamak gerekir.
Eşinin annesini övüp, kendi anneni görmezden gelmek, içsel huzuru zedeler.
Eşinin babasına gösterdiğin ilgi, kendi babana gösterdiğin saygı ile aynı olmalıdır.
Gerçekten de, sadece eşinin gözüne girmek için kendi ailesini yok sayan, küçümseyen, hatta utanan biri…
Ne yazık ki kendi şahsiyetinden ödün veriyor demektir.
Bu iki yüzlülük, kişinin karakterini doğrudan ele verir.
Saygı görmek isteyen, önce kendine ve geçmişine saygı duymalıdır.
Şunu unutmamalı
Başkasının gözüne girmek için kendi ailesini ezip geçen bir insan, aslında kendi şahsiyetini de ayaklar altına almıştır.
Bu iki yüzlülük sadece birini memnun etmeye yarar; ama kişinin kendi iç huzurunu, değerini, saygınlığını siler götürür.
Anne ve baba, ne olursa olsun insanın köküdür.
Onları inkâr etmek, kendi toprağını reddetmektir.
Ve hepimiz şunu bilmeli:
Geçmişini inkâr edenin geleceği de eksik kalır.
Kendi ailesine saygı duymayan birine, başkası neden saygı duysun?
Evlilik, iki aileyi birleştirir.
Eşinin ailesine değer verirken, kendi ailenin haklarını da unutmamalısın.
Bir insanın kalbi, sadece birini mutlu etmek için değil, her iki tarafı da kalpten kabul etmek için açılır.
Unutma…
Seni büyüten ellere vefasızlık ediyorsan, Allah sana huzuru eksik verir.
Eşinin gözüne girmek için kendi annene gönül kırıyorsan, o bakışta nur kalmaz.
Çünkü vefa, hem sevginin hem duanın anahtarıdır.
Eşinin ailesine saygı göster.
Gönüllerini al.
Ama kendi aileni de unutma.
Onlar senin kökün, geçmişin, duasın.
Hayat dengedir.
Sevgi adalettir.
Ve aile… hissettirmekle anlam kazanır.
Gerçek sevgi, her iki aileyi de kucaklar.
Gerçek karakter, herkesin hakkını gözetir.
Ve unutma:
Kendi ailesini hor gören, kimsenin gözünde büyüyemez.
Çünkü ailede, evlilikte, hayatta…
Hissin kadar hissen vardır.
Bir evlat, bir eş, bir kardeş olarak; hepimizin hissettiği ama belki adını koyamadığı duygularla…
Bu satırlar, kalbimizdeki aynalara…
Belki de tüm bu satırların sonunda durup kendimize sormamız gerekiyor…
“Acaba biz de hissettirdiğimiz kadar mı hissimize alıyoruz bu hayatta?”
Çocuklarımıza hep güzel şeyler öğrettik…
Başkasını kırmamayı, can yakmamayı, büyüklerine saygılı olmayı…
Ama belki de bir yerde durup, kendimize saygı beklemeyi unuttuk.
Kalbimizin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmadan, başkalarının kıymetini ezberlettik.
Biz sustuk, onlar anlar sandık.
Biz kırıldık, onlar fark eder sandık.
Ama hayat böyle işlemiyor…
Zannettik ki herkes bizim gibi düşünür, herkes bizim gibi hisseder.
Zannettik ki başkalarının evlatları da aynı değerlerle büyüdü.
Oysa öyle değilmiş.
Belki de önce biz, anne ve baba olarak, saygıyı hak ettiğimizi…
Bunu çocuklarımıza göstermeli, hissettirmeliydik.
Kendi değerimizi, hakkımızı, duruşumuzu anlatmalıydık.
Sessizliğimizi anlayacaklarını sanmak yerine, saygının sınırlarını baştan çizmeliydik.
Bu bir sitem değil.
Bu bir suçlama değil.
Bu, sadece gecikmiş bir öz eleştiri.
Kırılmış bir kalbin, kendi kendini onarma çabası belki de…
Ve belki de yalnızca bizim değil…
Bu duygular, hepimizin bir yerinden tanıdığı, yaşadığı, içinden geçtiği ortak bir sızıdır.
Bu yazı, sadece bize ait değil.
Belki bizle ilgilidir…
Belki de hiç alakamız yoktur…
Ama bir yerlerde birilerinin de aynı duygularla baş başa kaldığını biliyoruz.
Ve bu yüzden…
Dileriz ki bu satırlar, bir duaya dönüşsün.
Kırmadan, dökmeden, yargılamadan…
Hem içimizi onaran,
Hem evlerimize huzur taşıyan,
Hem de kalpleri birleştiren bir duaya…
Hayatımızda karşılaştığımız her zorluk, her kırıklık, her duygusal yük, bizi bir şekilde içsel bir sorgulamaya sevk eder.
İnsan olarak, sıkıntılarla, hayal kırıklıklarıyla ve bazen anlaşılmadığımız duygusal bozukluklarla baş etmek zorunda kalırız.
Ancak, her zorluğun ve her acının bir anlamı olduğuna, her şeyin bir düzen içinde gerçekleştiğine dair güçlü bir inancımız olmalıdır
İşte bu noktada Tîn Suresi 8. Ayet“Eleysallahu bi ahkemil hakimiyn?” (Allah hüküm verenlerin en üstünü değil midir! ) buyuruyor Rabbim
Allah’ın hükmü en doğru olanıdır.
Her türlü duygusal kırılma, sıkıntı, hayatın getirdiği zorluklar ve çıkmazlar karşısında, asıl olan
şudur: Allah, her şeyin en hayırlı ve doğru şekilde nasıl işlediğini bilendir.
Bazen, bir olayın ya da durumun ne kadar zorlayıcı ve yıpratıcı olduğunu hissederiz, fakat bu
süreçler sonunda ne kadar olgunlaştığımızı, ne kadar güçlendiğimizi ve hayatımıza kattığı derinliği anlamamız zaman alır.
Her şeyin bir anlamı vardır ve bu anlam, çoğu zaman Allah’ın mutlak hikmeti ile şekillenir.
Zorluklar, kırgınlıklar, hayal kırıklıkları – tüm bunlar, aslında Allah’ın en doğru şekilde takdir ettiği bir süreçtir.
Bu ayet, bize sabrı, teslimiyeti ve güveni aşılar.
Her şeyin bir hikmeti vardır, her acı, her zorluk bir gün yerini huzura bırakacaktır, çünkü Allah
her şeyin en iyi şekilde gerçekleşmesini takdir eder.
Bu inanç, insanın içindeki derin boşlukları ve kırgınlıkları iyileştirir.
Allah, her şeyin en doğru şekilde düzenleyicisidir.
O, yalnızca her şeyi bilmekle kalmaz, aynı zamanda her şeyin en mükemmel şekilde nasıl işlediğini de bilir.
Hayatta karşılaştığımız her durumda, nihai söz Allah’a aittir.
Bu, hem bir teslimiyet hem de bir güven gerektirir.
Ayrica her şeyi bu dünyada çözmek, her hakkı bu dünyada almak zorunda değiliz.
Zira haklar, illaki bu dünyada alınacak diye bir kaide yok.:)
Belki de bu dünyada alınamayan haklarımız, ahirette bizim cennetimize vesile olacak.
Kim bilir…
Rabbimiz adildir, eksiksiz ve kusursuz bir adaletle hükmedendir.
İnsanların gözünden kaçan, dillendirilmeyen ya da dünyada karşılığı verilmeyen nice hak, belki
de ahirette bize rahmet kapılarını açacak.
İşte bu nedenle, gönlümüzdeki kırgınlıkları Allah’a havale etmek, içsel sükûneti bulmanın en güvenli yoludur.
Çünkü son hüküm O’na aittir. O, “hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
Biz elimizden geleni yaptıktan sonra, kalanı O’na bırakmak, en doğru teslimiyet biçimidir.
ℰ𝓎𝓋𝒶𝓁𝓁𝒶𝒽