Kalbi ameller; Allah’ı sevmek, ihlaslı olmak, Allah’a güvenip tevekkül etmek, O’ndan razı olmak gibi içsel ibadetlerdir.

Bunlar yalnızca bazı özel kimselere has değildir.

Aksine, her müminin üzerinde farz olan, kişisel olduğu kadar toplumsal da etkileri bulunan temel görevlerdir.

Kimi insanlar bu amelleri sadece “seçkin” müminlerin makamı olarak tanımlar.

Ancak bu doğru değildir.

Allah’ı sevmek, O’na güvenmek gibi amellerden hiçbir mümin muaf değildir.

Bu amellerin tümü, hem sıradan müminin hem de salihlerin ortak yoludur.

Sadece dereceleri farklılık gösterebilir.

Hüzün, insanın yaratılışında olan bir duygudur. Fakat Kur’an’da bazı durumlarda hüzün olumsuz bir duygusal hal olarak değerlendirilmiş, hatta yasaklanmıştır:“Gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer mümin iseniz, üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139)

“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe, 9/40)

Buradan anlıyoruz ki, hüzün; eğer sabrı kırar, tevekkülü sarsar, kişinin cihadını veya ibadetini engellerse mekruh hatta haram bir hal alabilir.

Fakat; Gözyaşı dökmek,, Kalben üzülmek, Ama dil ile Allah’a isyan etmemek…

Bu gibi durumlar, günah sayılmaz. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Allah, kalbin mahzun olmasından ve gözün yaşarmasından dolayı kişiyi sorumlu tutmaz; ancak diliyle söylediklerinden sorumlu tutar.”

Hz. Yakub’un, Hz. Yusuf’un kaybı karşısında içine attığı derin hüznü (Yusuf, 12/84) de bu kapsamdadır. Yani insanî olan hüzün günah değil; aşırıya kaçıldığında veya hayra engel olduğunda sakıncalı hale gelir.

Tevekkül: Yalnızca Dünya İçin Değil, Din İçin de

Tevekkül, yani Allah’a güvenip O’na dayanmak, yalnızca dünya sıkıntılarında başvurulan bir teslimiyet değildir. Asıl tevekkül; dinin korunması, kalbin selameti, ahirete hazırlık gibi manevî alanlarda Allah’a dayanmakla olur.

Tevekkül, Fatiha suresinde geçen: “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5)ayetiyle çok güzel özetlenir.

Bu ayet, kulluk ile Allah’tan yardım istemeyi aynı anda içerdiğinden, ibadetin özüdür. Rasûlullah’ın

hadisine göre, bu ayet Allah ile kul arasındaki bağı doğrudan kurar ve kul ne isterse Allah onu verir.

Tevekkül, peygamberlerin yoludur. Allah şöyle buyurur:“O’na ibadet et ve O’na tevekkül et.” (Hud, 11/123)
“O benim Rabbim’dir, O’ndan başka ilah yoktur. Yalnız O’na tevekkül ederim.” (Ra’d, 13/30)

Bu ayetler gösteriyor ki; ibadet + tevekkül, kulluğun tümünü kapsayan iki temel esastır.

Tevekkül, yalnızca seçkinlerin değil, bütün müminlerin sahip olması gereken bir vasıftır.

İbadetin Mahiyeti: Sevgi ve Acziyetin Zirvesi

İbadet, yalnızca Allah’ın emirlerini yerine getirmek değildir. Asıl ibadet; Allah’a karşı en üst seviyede sevgiyle, en derin acziyetin birleştiği bir teslimiyet halidir. İbadetin özü, şu iki duygunun bir arada bulunmasıdır:

Sevgi: Allah’a en yüce bağlılıkla yönelmek.

Huşû ve Tevazu: Kendi hiçliğini bilmek ve aczini itiraf etmek.

İşte bu sebeple ibadet, sadece bir fiil değil; bir kalp halidir. Allah’ın bizden razı olmasının, ibadeti sevmemizin sebebi de budur.

Zühd ve Vera: Gereksiz Olandan Uzak Durmak

Zühd, dünya nimetlerinden el çekmek değil; ahirete faydası olmayan şeyleri önemsememektir. Her helal olan şeyin peşinden gitmek, insanı Allah’a yakınlaştırmaz. Buradaki incelik şudur:

Zühd: Ahirette faydası olmayan şeyleri terk etmektir.

Vera: Ahirette zararı olabilecek, şüpheli ve haram şeylerden sakınmaktır.

Ancak bu, helalleri haram saymak anlamına gelmez. Çünkü Kur’an açıkça uyarır: “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram kılmayın.” (Maide, 5/87)

Bu yüzden, bir müminin dünyayla ilişkisi dengeli olmalıdır. Helali helal bilmek, fakat faydasız olanda takılmamak…

İşte bu; şeriatın ruhuna uygun bir zühd anlayışıdır.

Tevekkül ve İnsanın Sınavı

Tevekkül sadece bir hal değil, bir sınavdır. Bir kul, tevekkülsüz amellerle Allah’ın rızasına ulaşamaz. Tevekkül, kullukta Allah’a güvenmenin bir göstergesidir. Kimi insanlar “tevekkül sahibi, nasibini aramaz” der. Ancak bu ifade sığdır. Doğru olan:

Tevekkül sahibi kişi sebeplere sarılır ama sonucu Allah’a bırakır.

Kalbi Allah’a bağlı, eylemi sebeplere dayalıdır.

Bu anlayış, hem mukarreb (yakınlaştırılmış) kullara hem de muktasıd (orta yolda giden) müminlere yöneliktir.

Sonuç: Kalp Amelleri Olmadan Gerçek Kulluk Eksiktir

Kalp amelleri olmadan yapılan ibadet, kuru bir şekilden öteye geçemez.

Sevgi, ihlas, tevekkül, sabır, zühd gibi bâtınî ibadetler; kulluğun derinliğini belirler.

Kimi zaman gözle görülmez ama Allah katında değeri büyüktür.

Bunlar, müminin kalbinde yeşeren en kıymetli ibadetlerdir.

Allah kalbimizi ihlasla doldursun, hüznümüzü sabra, sabrımızı da huzura dönüştürsün.
Kalbinizin amelleri ibadetinizin ruhu olsun.
Selametle ve hayırla kalın… İyi geceler 🌙