İslam’da kulluğun sadece dışa yansıyan davranışlardan ibaret olmadığı, kalpteki niyet ve tavırların da aynı derecede önemli olduğu bilinmektedir.
Bu çerçevede tevekkül ve rıza gibi kalp amelleri, bir müminin Allah’a olan bağlılığının ve teslimiyetinin göstergeleridir.
Tevekkül, bir olay meydana gelmeden önce kişinin Allah’a güvenip işi O’na havale etmesidir.
Rıza ise, olay gerçekleştikten sonra, kaderin tecellisine gönülden razı olmak anlamına gelir.
Tevekkül, kulun, sebeplere başvurduktan sonra sonucu Allah’a havale etmesi, O’na güvenmesi ve olayların neticesinde hayır gözetmesidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), namazlarında şöyle dua ederdi:
“Allah’ım, gaybı bildiğin ve yaratmaya gücün yettiği için; hayat bana hayırlı olduğu sürece yaşat, ölüm bana hayırlı ise beni öldür.” Bu dua, tevekkülün özünü yansıtan en önemli örneklerdendir.
Tevekkül, tembellik değil; bilakis fiilî dua olan çalışmanın ardından Allah’a dayanmadır.
Aynı şekilde, Peygamber’in veba olan bölgelere girilmemesini ve oradan çıkılmamasını tavsiye etmesi de tevekkül ile tedbirin birlikte olması gerektiğini ortaya koyar.
Rıza, başa gelen bir olayın ardından, Allah’ın takdirine gönülden razı olmayı ifade eder.
Rıza, sabırdan daha ileri bir makamdır.
Çünkü sabırda bir direnç ve tahammül vardır; rızada ise tam bir kabulleniş ve hoşnutluk söz konusudur.
Kur’an’da şöyle buyrulur:“Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65)
Rıza, bir yönüyle tevekkülün tamamlayıcısıdır.
Tevekkül ile başlayan teslimiyet, rıza ile olgunlaşır.
Bu yönüyle rıza, Allah’a duyulan sevginin ve güvenin zirvesini temsil eder.
Rıza ve tevekkül, sabırla doğrudan ilişkilidir.
Kur’an’da sabır, doksanın üzerinde yerde geçer ve çoğu zaman namazla birlikte anılır.
Müminin başına gelen musibetlerde sabır göstermesi, Allah’a olan bağlılığının bir nişanesidir.
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
Sabır, hem ibadetleri yerine getirme konusunda sebatı hem de musibetler karşısında isyan etmeden durabilmeyi içerir.
Rızanın en üstün şekli, Allah’ın verdiği hükümlere gönülden boyun eğmektir. Rasûlullah’ın (s.a.v.)
şu duası bunu açıklar:“Allah’ım, verdiğin hükümden sonra razı olmayı nasip et.”
Bu, sadece başa gelen olaylara değil, Allah’ın dini hükümlerine de rıza göstermeyi kapsar.
İslam’da musibet ve zorluklara rıza göstermek makbul görülürken, Allah’ın yasakladığı şeylere razı olmak haram kabul edilmiştir.
Kur’an’da, “Allah, kullarının küfre gitmesinden hoşnut olmaz.” (Zümer, 7)
ayeti bu ayrımı net biçimde ortaya koyar.
Rızanın en yüce şekli hamd ile tamamlanır.
Allah’ın her halükârda hamde layık olduğunu bilen kul, nimette şükrettiği gibi musibette de hamd eder. Hadiste buyrulur:“Cennete ilk çağrılacak olanlar, sıkıntıda ve bollukta Allah’a hamd edenlerdir.”
Tevekkül ve rıza, müminin hayatına anlam katan, onu her durumda Allah’a bağlayan iki temel kalp amelidir.
Tevekkül, kulun sebeplere başvurduktan sonra Allah’a güvenmesidir.
Rıza ise, gerçekleşen olaylar karşısında O’nun takdirine gönülden teslim olmaktır.
Her iki hal de sabırla beslenir, ilimle derinleşir ve hamd ile taçlanır.
Bu yönüyle tevekkül ve rıza, sadece birer duygu değil; aynı zamanda sağlam bir imanın tezahürüdür
“Kalp Amelleri” (İlgili klasik eserlerden derleme)