Günaydinlar….
Şimdiki hayat çok kolay, orası doğru.
Bir tıkla yemek kapında.
Canın pizza mı çekti? 15 dakikada hazır.
Tatlı mı istedin? Bir bakmışsın profiterol gelmiş.
Hiç bulaşık yok, hiç uğraş yok.
Harika, değil mi?
Evet… ama belki de fazla harika.
Artık yemek yapmak çoğu kişi için “vakit kaybı” gibi görülüyor.
Oysa yemek yapmak sadece karın doyurmak değil…
Bir beceri, bir uğraş, hatta bazen terapi.
Mesela mutfağa girip makarna haşladığında, farkında olmadan zamanla planlama yapmayı öğreniyorsun.
Soğan doğramayı öğrendiğinde, el becerin gelişiyor.
Yeni tarifler denerken hem üretmenin hem sabretmenin tadını alıyorsun.
Bunlar sipariş uygulamasında yok.
Üstelik evde yemek yapmak çok daha ekonomik ve çoğu zaman daha sağlıklı.
Dışarıdan bir porsiyon yemekle evde 3-4 kişiye yetecek kadar yemek çıkarabiliyorsun.
Ve malzemelerin ne olduğunu sen biliyorsun.
Tuzunu ayarlıyorsun, yağını azaltıyorsun, içine sevgi koyuyorsun (evet, klişe ama doğru).
E bir de şu açıdan bakalım:
Sipariş demek birinin senin için dışarı çıkması demek.
Motorla, arabayla, bazen yağmurda, bazen karda…
Yani, senin 10 dakikalık yürüme zahmetine girmediğin bir şey için, bir başkası saatlerce trafikte dolaşıyor.
Bunu düşününce, insan biraz empati yapıyor.
Tabii ki sipariş vermek kötü değil.
Yorgunken, hasta olunca, zaman kısıtlıyken…
Harika bir kolaylık!
Ama bu bir alışkanlığa dönüşürse, insan zamanla basit şeyleri bile yapamaz hale geliyor.
Bir düşün:
Sabah canın menemen mi çekti?
Evde domates, yumurta, biber varsa…
Sana kahvaltıyı yapman 10 dakika sürmez.
Üstelik sıcacık, taze, senin elinden.
Kendi yemeğini yapınca, o tabağı bitirirken sadece doymuyorsun.
Başardığını hissediyorsun.
Ve bu his, siparişle gelmiyor.
Arkadaşım… yemek yapmak o kadar zor değil ya!
Soğana ağlamadan aşkı bulamazsın.
Tavayı eline almadan hayatta kalamazsın.
Her şeyi kapıya getirtince hayat neye benziyor biliyor musun?
Çiğ köfteye marul koymadan dürüm yapmak gibi: eksik!
Eskiden menemen bir yemekten fazlasıydı.
Uzaktaki üniversitelerde okuyan gençlerin rüyası, makarnayla kurulan dostlukların eşlikçisiydi.
“Öğrenci yemeği” derdik, çünkü o tabaklarda yalnızca yemek değil; sabır, çaba, dayanışma ve bazen de hüzün pişerdi.
Şimdi? Gecenin bir yarısı canın tatlı mı çekti?
Ne yapalım, hadi sipariş verelim.
Sabah kahvaltı, akşam tatlı
Can mı sıkıldı? “Ya bir şey olsa da yesek…” – ve cevabı hazır: “Sipariş verelim.”
Sistemin adı: kolaylık.
Evet, kolay gerçekten.
Bir tıkla kapında, bir bakışta seç, bir dokunuşla gelsin.
Harika bir sistem gibi görünüyor.
Ama ne zaman kolay gelen şeyler kıymetli oldu ki?
Yeni nesil her şeye anında ulaşıyor; istek var ama çaba yok, beklemek neredeyse unutulmuş bir kavram.
Yemek yapmak artık romantik bir nostalji gibi.
Mutfakta vakit geçirmek, folklorik bir etkinlik olmuş sanki.
Oysa yemek yapmak bir evin kalbidir.
Elinle doğradığın soğan, kaynayan tenceredeki melodi…
Hem ekonomi, hem sağlık, hem terapi! Sabırla pişen bir yemeğin verdiği haz, sipariş fişinde yazmaz.
Ama şimdi?
Siparişi ver, kuryeyi bekle.
Aman dikkat… Ya o kurye yolda bir kaza geçirirse?
Bir dürüm uğruna hayatı riske giren birinin vebalini taşıyabilir misin?
Bu sistem yaşlısı, hastası için nimet.
Ama genç, sağlıklı biri için…
Gerçekten gerekli mi?
Evde kalan son domatesle menemen yapmayı bilmeyen bir nesil, geleceği nasıl inşa edecek?
Gecenin üçü.
Tatlı krizi kapıyı çalmıyor, bildiğin içeri dalmış.
Sen uykuyla uyanıklık arasında telefonun ekran ışığında yüzünü bronzlaştırırken, hayatının en zor
kararını vermek üzeresin:
Profiterol mü, tiramisu mu?
(Mesela ne yapacağım değil artık; mesele, hangisini sipariş edeceğim…)
Eskiden olsa ne olurdu?
Kadın bir tatlıya aş erdi mi, kocası sabahın köründe çıkar,
“Benim hanım erik istedi!” diye pazarda, dağda, bayırda erik arardı.
Oğlan takla ata ata dönerdi eve, sanki cenkten zaferle dönüyor.
Aşermek bir görevdi, uğruna dağlar delinen bir eylem.
Şimdi mi?
Canın mı çekti?
Tıkla. Sepete ekle. Kurye gelsin.
Yarım saat sonra zil çalar:
“Buyrun, sizin gece kiraz yada erik geldi.”
Şampuan mı bitti? Sipariş.
Ekmek yok mu? Sipariş. Canın mı sıkıldı?
Tatlı söyle. Moralsiz misin? Lahmacun gelsin.
İşte yeni neslin milli duası: “Ne yapalım? Sipariş verelim…”
Sipariş vermek bir kolaylık, evet.
Ama her şeyi dışarıdan beklemek de zamanla bağımlılık haline gelir.
Arada bir telefonu bırak, dolaba bak.
Basit bir şey yap kendine.
Hatta biriyle birlikte yap.
Göreceksin… hem cebin, hem ruhun doyacak.
Tencere artık saksı, çaydanlık story’de aksesuar.
Ocağı gören çocuk, “Bunu nasıl açıyoruz ya?” diye soruyor.
Ama asıl şiir, mutfakta yazılır.
Soğan doğrarken dökülen gözyaşı, kalbe iyi gelir.:)
Makarna haşlanırken hayal kurarsın.
Bir yemeğin başında sabrı öğrenirsin.
Sonra ilk lokmada gururu yersin.
Sipariş, modern dünyanın kolaylığı.
Teknoloji harika, kolaylık müthiş…
Yuh ya… İnsan ne isterse anında buluyor.
Emek yok, mücadele yok, sabır yok.
Her şey var ama anlam yok.
Sizce de bir yerlerde bir şeyler ters gitmiyor mu?
Ben karışmam… Elbette sistem güzel, teknoloji harika.
Ama bazı şeyler kolay geldikçe, kıymeti unutuluyor.
Bizim zamanımızda sipariş yoktu belki, ama hatıralar çoktu.
O yüzden, tavsiyem:
Eğer sağlıklıysan, yürüyebiliyorsan, gidip kendin al.
Hatta ne diyeyim?
Gidip marketten al, eve gel, kendi dürümünü yap.
Yanına da bir ayran çalkala.
İşte sana bir zafer yemeği!
Ucuz, lezzetli, efsane…
Unutma: Evde yemek yapmak sadece karın doyurmaz…
Hikaye yazar akillim 🙂