Günaydın Türkiye! Kahvaltıya neyle başlarsak, günümüz o olurmuş derler.
çogumuz kahvaltısi ise “Müge Anlı ile kayıp dosyaları”… Allah razı olsun Müge Hanım’dan, sadece kayıpları bulmakla kalmıyor, kayıpların içine saklanmış sırları da ortaya çıkarıyor.
Niyet okuyor, dram yazıyor, sonra da izleyenlere “Hadi bakalım, sıra sende!” diye meydan okuyor.
Sabah başlıyor, ama öyle güneşle değil. Müge Anlı’yla.
Günaydın diyor ama tonu hep sorgu hâkimi gibi:
“Ne zaman kayboldu?”, “En son nerede görüldü?”, “Komşular neden çamaşır ipine çanta asıyor?”
Müge Hanım’dan; kayıplar bulunuyor, niyetler çözülüyor, üstüne bir de “Senin gibi evlat olmaz olsun” seviyesinde aile içi dramlar açığa çıkıyor.
Türkiye ekran başında empati kaslarını geliştiriyor.
Derken sahneyi Zahide alıyor. Tiroit mi dedin? Limonlu suya bas geç.
İç huzurun mu yok? Muhtemelen D vitamini. Uzmanlar geliyor, birbirinin sözünü kesmeden
konuşamıyorlar ama bir noktada hemfikirler: “Her şey bağırsakta başlar.”
Günün kapanışıysa Esra Erol’la yapılıyor.
Taraflar sessizleşiyor, biz anlıyoruz; hayat işte, çelişkili ve karmaşık.
Kadın ağlıyor, adam kaçıyor, kayınvalide “Ben bu evliliğe karşıyım” diye yorum yapıyor. Biz izliyoruz, biraz dram, biraz komedi.
Taraflar susuyor, izleyici çözüyor.
Bir de akşamlar var…
Akşamları ise romantizm dizilerle devreye giriyor.
Ama romantizm dediğime bakma, adam kıza vuruyor, kız ağa bakıyor, ağa ölüyor, dizi uzuyor.
Gerçek hayatta 5 yıl ceza alacak karakter, dizide “en çok sevilen” oluyor.
Senaryo yazarları çok şanslı; kurguya ihtiyaç yok, gündem zaten Hollywood.
Senaristler o kadar şanslı ki, ne yaşanıyorsa onu yazıyorlar; biz de salonumuzda ekran karşısında
“Bu kadar da olmaz!” demekten kendimizi alamıyoruz.
Ama izlemeden de duramıyoruz; hayat gerçekten dizi dizi geçiyor.
Gençlik mi? Silah atmada usta, dövüşte maharetli.
Onların dili bizden, bizim anlamımız onlardan uzak.
Gençlik desen, artık ayrı bir tür.
İki tokatla TikTok yıldızı, üç kelimeyle YouTube filozofu.
Müzik üretimi evrim geçirmiş: + havlayan köpek + derin anlamlı bakışlar” formülüyle listelere giriliyor.
Şarkıdan bir şey anlamıyoruz ama sorun değil; artık anlamamak da bir akım.
Ekonomiye gelirsek… O eski simit yok artık.
Yeni versiyonu: “Altın sarısı, susamlı yatırım aracı.
” Filtre kahveye özenen ekonomi, çaya bile “latte” muamelesi yapıyor.
25 liralık kahve içerken, “Ben bunu neden içiyorum?” sorusu da promosyon gibi geliyor yanında.
Gönül rahatlığı? O menüde yok.
Köydeki teyze bile değişti.
Eskiden dua ederdi, şimdi reels atıyor.
Tandır başında story atan teyzeyle karşı karşıyayız.
Eskiden doğallıktı mesele, şimdi “katkısız” etiketi bile filtreli. Samimiyet mi?
Bio’da yazıyor, ama kendisi çevrimdışı.
Memur biraz ukala, doktor biraz yorgun, halk çokça sabırlı.
Kızıyoruz, bağırıyoruz, bazen sövüyoruz ama sonra o klasik Türk refleksiyle geri dönüp helallik istiyoruz.
Gideni unutamıyoruz, kalanı da anlamıyoruz.
Ama mektuplar güzel, vedalar duygulu.
Sonuç olarak
Herkes Değil Belki Ama %90’lık Bölümümüzün Hali
Hayat bir dizi, ülke bir stüdyo, biz de izleyiciyiz.
Bazen güldüren, bazen düşündüren ama hep bir şekilde “Devamı Yarin” dedirten bir hikâyenin içindeyiz.
Selam ve dua ile