Nuri Bilge Ceylan’ın “Mütevazılık falan hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır
bizde” cümlesi, sadece kişisel bir gözlem değil; bir toplumun ruhuna tutulmuş berrak bir aynadır.
Bu söz, içimize sinmiş fakat adını koyamadığımız bir gerçeği açıkça ortaya serer: Bizde,
alçakgönüllülük çoğu zaman yüceltilmez; takdir edilse bile derinlerde, gösterişin
gölgesinde bırakılır.
Oysa mütevazılık, yüzeyde görünmeyen ama insana asıl derinliğini veren değerlerden biridir.
Göz önünde olmakla değerli olmak arasında kurulan yanlış bağ, çoğu zaman mütevazı kişiliği arka plana iter.
Sesini yükseltmeyen, kendini parlatmayan, ben demeyen insanlar bu yüzden görülmeden
geçilir; oysa asıl bilgelik, sessiz olanın sözlerinde, gösterişsiz olanın davranışlarındadır.
Türk toplumunda tarih boyunca tevazuya yer yer değer verilmiş olsa da bu, daima “görece” bir takdir olmuştur.
Dervişler, bilge kişiler, büyüklerimiz mütevazılığı öğütlemiş ama toplumsal başarı tanımı genellikle “kendisini gösterebilen” kişiler üzerinden şekillenmiştir.
İş hayatında, siyasette, hatta sanatta bile en çok dikkat çekenler, çoğu zaman en çok bağıranlar olmuştur.
Bir insanın ne bildiğinden çok, nasıl sunduğu önemsenmiştir.
Mütevazı bir sanatçı ya da düşünür, kendi köşesinde üretirken; daha gösterişli olan, aynı derinlikte olmasa da ön plana çıkmayı başarmıştır.
Bu, sadece bireylerin değil, sistemin de bir tercihidir aslında.
Zira sessiz olan yönetilmesi kolaydır, dikkat çekmez, tehdit oluşturmaz.
Bu nedenle sistem, kendine rakip görmediği mütevazı kişiyi pasifize ederken; dikkat çeken, iddialı olana alan açar.
Ama mesele sadece toplumsal değil, bireysel olarak da sorgulanmalıdır.
Hepimiz, alçakgönüllü insanları övdüğümüz kadar onları gerçekten fark ediyor muyuz?
Bir ortamda sessizce konuşanla yüksek sesle konuşanı aynı ciddiyetle dinliyor muyuz?
Tevazu gösteren birinin sözünü “yetersizlik” olarak mı algılıyoruz, yoksa bir derinlik göstergesi olarak mı?
Bu sorulara dürüst yanıtlar vermek, mütevazılığı gerçek bir “üst değer” haline getirmek için ilk adımdır.
Çünkü tevazu, sadece kendini küçük görmek değildir; tam tersine, ne olduğunu bilip gösterme ihtiyacı duymamaktır.
Mütevazı insan, gösterişin gürültüsüne kapılmadan kendi iç sesini duyabilen insandır.
Belki de zaman, hakiki değeri yeniden tanımlama zamanıdır.
Parlaklıkla değil, derinlikle ölçülen bir değer anlayışına ihtiyaç var.
Gösterişli olanın değil, hakiki olanın takdir edildiği; alçak sesle konuşanın da duyulabildiği bir toplum…
İşte o zaman, Ceylan’ın hayıflandığı bu gerçek, belki değişmeye başlar.
Ve mütevazılık, hak ettiği yere —gölgede değil, ışığın ta kendisine— yerleşir.
Selam ve Dua ile…