Cenâb-ı Hak insana akıl, kalp ve irade verdi.
Bizleri eşref-i mahlûkat kıldı; yani yaratılmışların en şereflisi.
Ancak bugün bu şerefi unutturan, gözümüzü ve kalbimizi oyalayan bir imtihanla karşı
karşıyayız: Telefonlar ve ekranlar.
Gençlere bakıyoruz; ellerinde telefon, başları sürekli eğik…
Oysa müminin başı secdede eğilmeli, telefona değil.
Bir evin babası içeri giriyor, selâm veriyor; ama kimse fark etmiyor.
Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Selâmı aranızda yayınız” buyuruyor.
Annenin sesi duyulmuyor, dostun sözü işitilmiyor; çünkü kulaklar ekrana verilmiş.
Arkadaş meclislerinde dahi aynı hâl: Yan yana oturan gençler, birbirleriyle konuşmuyor; parmakları ekranda, kalpleri başka âlemlerde…
Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) “Mümin, müminin aynasıdır” buyuruyor.
Yani yüz yüze bakış, göz göze gelmek, kalpten kalbe köprü kurmaktır.
Ekran, o aynayı karartıyor.
Bugün mesele sadece gençler değil.
Artık küçücük çocukların ellerinde telefon, yaşlıların dahi gözlerinde ekran ışığı var.
Herkes aynı bağımlılığın içinde: Kimisi oyunla, kimisi sosyal medyayla, kimisi de boş
görüntülerle vakit tüketiyoruz.
Oysa ömür, bu kadar ucuz harcanacak bir sermaye değildir.
Anne evladına bakmıyor, çocuk annesini duymuyor.
Baba eve geliyor, kimse başını kaldırmıyor.
Torun, dedesiyle göz göze gelmek yerine ekrana dalıyor.
Bir toplumun bütün bağlarını zayıflatan, insanı insana yabancılaştıran büyük bir imtihanla karşı karşıyayız.
Oysa Rabbimiz Kur’an’da bize boş işlerden yüz çevirmeyi öğütlüyor:
“Müminler felâh buldu. Onlar ki namazlarında huşû içindedirler ve boş şeylerden yüz çevirirler.” (Müminûn, 1-3)
Telefonlar, bize fayda için verildiğinde nimettir; ilim öğrenmeye, hayır ve iyilikte yardımlaşmaya vesile olduğunda bir imkândır.
Ama kalbi oyaladığında, vakti tükettiğinde, aileyi dağıttığında bir imtihana dönüşür.
Çünkü her nimetin hesabı sorulacak, her dakikanın şükrü istenecektir.
Eskiden sohbet sofraları kurulurdu; dedeler hatıralarını anlatır, nineler duasıyla gönülleri ısıtırdı.
Şimdi herkes aynı sofrada bile telefonuna gömülüyor.
Göz göze gelmeden, birbirinin halini sormadan kalkıyor.
Bu manzara yalnızca nezaket eksikliği değil, aynı zamanda rahmetin ve muhabbetin toplumdan çekilmesi demektir.
Unutmayalım: Ekranlar hayatı gösterir ama yaşatmaz.
Asıl hayat, kalpten kalbe kurulan bağlarda, evladın annesine sarılmasında, dedenin
torununa gülümsemesinde, dostların aynı sofrada gönülce sohbet etmesindedir.
Bugün hepimize düşen, telefonu araç olarak kullanmak, ama asla hayatın merkezine koymamaktır.
Çünkü gerçek huzur, Allah’ın zikrindedir; gerçek değer, insanın insana ayırdığı vakitte gizlidir.
İslam bize ölçüyü öğretiyor: Teknoloji haram değildir, ama bağımlılığı kalbi öldürür.
Her şey yerinde, kararında güzeldir.
Rabbimiz, “Gözlerini haramdan sakın” buyururken, yalnızca haram görüntülerden değil, faydasız meşguliyetlerden de sakınmamızı öğütler.
Çünkü kalp, boş şeylerle dolduğunda hakikati göremez hale gelir.
Telefonlarımızı fayda için kullanalım: İlmi öğrenmek, Kur’an dinlemek, hayır ve iyilik için haberleşmek…
Ama gereksiz vakit kaybından, kalbi Allah’tan uzaklaştıracak meşgalelerden uzak duralım.
Çünkü gençlik, Rabbimizin bize emaneti; zaman ise en kıymetli sermaye.
Bir ömür, ekran ışığında değil, Allah’ın nurunda yaşanmalıdır.
Unutmayalım: Gerçek huzur, ekranlarda değil, secdede bulunur.
Gerçek bağ, sosyal medyada değil, kalpten kalbe kurulan samimiyetle kurulur.
Ve gerçek değer, Rabbimizin razı olduğu bir hayatla elde edilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadisiyle bitiriyorum:“İnsanoğlu iki nimetin kıymetinde aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikâk, 1)
Allah Teâlâ bizleri vakitlerimizi hayırla değerlendiren, ailemize, komşularımıza,
dostlarımıza zaman ayıran, kalplerini ekran değil, Kur’an nuru ile aydınlatan kullarından eylesin. Amin
Hayirli geceler:)