Yolculuğum

Evimizi boşaltırken, elbise dolabının tam üzerinde kahverengi, küçük bir bavul buldum.

İçindekilerle yıllardır orada duruyormuş gibi tanışıyordum.

Üzeri tozlanmıştı, kapağını açtım; sanki yıllardır bekleyen muntazam dizilmiş kasetler sıralanmıştı.

Daha dün gibi evimize alıp getirdiğim o kasetleri ellerim titreyerek dokundum ve kendi kendime

fısıldadım: “Ben size burada bırakmışım.”

Odanin içinde   dagilmis Kitaplarin  arasina oturdum usulca…

Daha dün gibi….Halbukim  🙂

Evlenmeden önce kasabamızdaki camide Kur’an okumaya başlamıştım.

Henüz üç-dört sayfa okuyabilmiştim.

Baharın sonlarına doğru, Kasım ayında evlendim.

O kadar heyecanlıydım ki, yeni bir hayata adım atacağım için kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Bavulumu hazırlarken iğne oyası yazmalarımı, kırlentlerimi, dantel ve yatak odası takımlarımı özenle yerleştirdim.

Çünkü hepsi büyük emek verilerek işlenmiş, değerli parçalardı.

Ama farkında olmadan hayatımın en önemli rehberini, Kur’an-ı Kerim’i kasabada bırakıp gelmişim.

Oysa evimizde yalnızca bir tane Kur’an vardı; onu da annem,okurdu Allah kabul etsin  

O zamanlar Kur’an’dan çok kızların çeyizi konuşulurdu.

Ne yazık ki bugün de pek farklı değil…

Hâlâ çeyiziyle övünen anneler var.

Oysa bir annenin en büyük sevinci; evladının güzel ahlakı, imanı, edebi ve terbiyesi olmalıdır.

Gerçek süs, çeyizlerde değil; insanın kalbinde ve yaşayışındaki güzelliktedir.

Çeyizi olmayan insanlara hâlâ tuhaf gözlerle bakılır, arkalarından söz edilir.

“Kızına bir yastık bile diktirmemiş” diye küçümsenir.

Yazikk….

Doğrusu, evlenip gelirken Kur’an’ı yanıma almak hiç aklıma gelmemişti.

Öğrendiklerimi de unuttum sanıyordum.

Meğer öyle değilmiş…

İnsan gerçekten öğrenmek isteyince, Kur’an-ı Kerim kendini öğretir, her şeyi kolaylaştırırmış.

Bir gün arkadaşlarımla  bir misafrilikte  otururken kapı çalındı.

Gelen kişi, “Kur’an var, almak ister misiniz?” diye sordu.

Çok isterdim ama yanımda hiç param yoktu.

“Biz bedava dağıtıyoruz,” dedi ve bana kocaman, çok güzel bir Kur’an-ı Kerim uzattı.

Sevinçle aldım ve eve gelir gelmez en güzel köşeye yerleştirdim.

O gün, geçti  diger günlerde geçti

O kadar yoğundum ki… Üç çocuk annesiydim, ev işleri hiç bitmiyordu.

Eşimle sorunlarım vardı, üstüne bir de annemi ve dedemi kaybetmenin acısını yaşıyordum.

Borçlarım vardı, geçim sıkıntısı çekiyordum.

Bir yandan da işe başlamıştım.

Kısacası Kur’an okumamak için önümde pek çok neden sıralamıştım.

Hem bu yolculuk tek başına yapılmazdı; eşin desteği olmadan yola çıkmak çok zordu.

Ama eşim hiçbir zaman yardımcı olmadı.

İçkiye düşkündü, kendi sorunlarıyla boğuşuyordu.

Ben ise Allah yolunda yürümek için onun desteğine ihtiyaç duyduğumu düşünüyordum.

Sonradan fark ettim ki bunların hepsi bahane, hepsi gafletti.

Aslında hiçbir şey Kur’an’a yönelmeye engel olamazmış.

Ne yazık ki o günlerde bunu göremedim…

Allah affetsin o zamanlardaki acizliğimizi, gafletimizi.

Biz anneler arasında güzel bir adetimiz vardı: O günlerde .

Çocukları anaokuluna bırakır, sonra sırayla birbirimizin evlerinde kahvaltı yapardık.

Çocuklarımız anaokuluna giderken biz de onların sayesinde birbirimize okul arkadaşı gibi olmuştuk.

Hiç tanımadığım şehirlerden gelin gelen anneler vardı.

Kimi Fransızca’yı az bilir, kimi hiç bilmezdi.

Ama bizler birbirimize destek olurduk.

Öğretmenler konuşurken anlamayanlara tercüme eder, birbirimize yol gösterirdik.

Sonra kahvaltı sofralarının etrafında buluşur, dertleşir, gülerdik.

Çok güzel günlerdi…

O zamanlar cami bile yoktu.

Bir apartmanın giriş katını cami olarak düzenlemişler, Türkler de orayı ibadet yeri olarak kullanıyordu.

Mukabeleler de işte orada yapılıyormuş.

Ama benim o günlerde bundan hiç haberim olmadı. “Mukabele” denilen ibadetin ne olduğunu bile bilmiyordum.

Çünkü kasabamızda hayat hep çalışmakla geçerdi.

Kadınlar Ramazan geldiğinde sadece teravihe giderdi, o kadar…

Ailem de öyleydi.

Annem evde Kur’an okurdu.

Küçük merdivenin başında, kireç boyalı duvarların önünde sardunyalar açar, hemen yanı başında da turunç ağacı dururdu.

O manzarada annemin Kur’an okuyuşu hâlâ gözlerimin önünde…

Bir gün arkadaşım bana dedi ki:

“Hakime, biz evlerde Mukabele yapıyoruz, istersen sen de gel.”

Ben biraz mahcup bir sesle cevap verdim:

“Çok oldu, ben okumayalı… Kur’an’ı unutmuşumdur.”

O da gülümseyerek anlattı: “Mukabele öyle değil.

Biz okumuyoruz, takip ediyoruz. Teybe Kur’an kaseti koyuyoruz, hoca okuyor, biz de dinleyerek takip ediyoruz.”

“İyiymiş o ya,” dedim ve bıraktığım yerden Kur’an’ı aldım.

Merakla gittim, açtım. “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek başladım ve kasetten gelen Kur’an sesini takip etmeye başladım.

Kur’an bana hiç darılmamıştı… “Sen beni bir köşeye bıraktın,” demedi.

“Bana hiç yüzüme bakmadın,” demedi.  Hiç kaprisi, kırgınlığı yoktu.

Sanki kırk yıldır okuyormuşum gibi, hiç unutmamışım ve kaldığım yerden devam ediyordum.

İçimde öyle büyük bir sevinç, öyle tarifsiz bir huzur vardı ki…

O Ramazan öyle geçti…

Sonraki Ramazan’a geldiğimizde çocuklar büyümüştü, herkesin kendi meşguliyetleri vardı.

İçimde ise çok güçlü bir arzu vardı: Kur’an okumak istiyorum.

Bir gün cesaretimi topladım ve düşündüm:

“Arkadaşlarım üç-dört kaseti bitirdikten sonra ben onları alıp evde takip edeyim.

Sonra geri götürdügümde , diğer kasetleri alırım.” Böyle bir teklif sunmak için evlerine gitmeye karar verdim.

Evlerinin alt katında dükkânları vardı.

Oraya indim, fakat kendisi yoktu; dükkânda sadece oğlu vardı…

O an içimde hem bir umut hem de bir mahcubiyet vardı.

 Acaba kabul ederler mi, acaba olur mu?

Çünkü tek isteğim, Kur’an’a biraz daha yaklaşabilmekti.

Şunu en baştan belirtmeliyim: Ben gurbetteydim, ailem yanımda yoktu, yalnızdım.

Gelin geldigim  insanlarada da hiç sözüm yok; bu dünyada…

Yaşadıklarım, benim sınavımdı. Bana yaşattıkları da onların sınavıydı. 

Her derde bir hayır vardır derler ya…:)

İşte öyle bir yolculuktu benim hikâyem.

Zorluklar, sıkıntılar, yalnızlık…

Ama hepsi bir ders, hepsi bir tecrübe oldu.

Ben hayatım boyunca kimseden bir şey istemiş biri değilimdir.

Rabbim de hiçbir zaman beni muhtaç ettirmedi;“Elhamdulillah”

Karadenizli memleketlim bile olmayan bir hanımdan kaset isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi.

Ama içimde bir umut vardı; cesaretimi topladım ve gittim.

Bunu yapmak bana hiç ağır gelmedi.

Allah ondan razı olsun…

Demek ki bana o sıcaklığı vermiş, ben de gidebilmişim.

İnsan, böyle anlarda Rabb’in  rahmetini ve insanlığın güzelliğini bir kez daha görüyor.

Kendisi yoktu, yalnızca oğlu vardı

. Ona dedim ki: “Adem, ben annenden  bir ricam olacaktı.

Oğlum, her Ramazan onlar Kur’an takip ediyorlar, ben Mukabele’nin adını bile bilmiyorum bu arada:)

Bu sene Ramazan’da onların bitirdiği kasetleri ben eve götürmek istiyorum.

Bitirdikten sonra geri getireceğim.

Lütfen, eğer kabul ederse bana haber versin annen.”

 Teyze : “Bir dakika, bekler misiniz?” dedi.

Ben dükkânda tek başıma kaldım.

Bir hızıyla yukarı çıktı, aynı hızla indi ve elime küçük, kahverengi bir bavul tutuşturdu.

“Alın, siz okuyun,” dedi.“

Yok, kabul edemem,” dedim.

Önce, “Anneni sor, ben akşam gelirim,” diye de ekledim.

Hakime teyze dedi elindeki kutuyu uzatırken“Bu benim Kur’an setimdi, ben okuyamadım…

Siz okuyun.” dedi.

O an çocuğun yüzüne baktım  imrenerek ve biraz da hüzünle…

Yüreğimden şu dua döküldü:

“Ya Rabbim, ne güzel evler var…

Evlatlarına Kur’an’ı hediye eden anne babalar ne büyük bir iz bırakıyor.”

Çocuklarımıza markalı kıyafetlerle değil, kalıcı hediyelerle başlayalım.

Onlara vereceğimiz en kıymetli

hediye; Rabbimizin kelamı, kalplerini aydınlatacak Kur’an olsun. 

Nasıl sevindim, anlatamam.

Eve gelene kadar kucağımda Kur’an setiyle yürüdüm; kapağını açıyor,

kapatıyor, arada kasetlere bakıyor, tekrar açip kapatiyorum:)

her baktığımda ayrı bir sevinç duyuyordum.

Sevincimi tarif edecek kelime yoktu; öyle mutluydum…

Allah hepsinden razı olsun.

Öyle evlat yetistiren anne babadan  razi olsun  Rabbim.

O an, insanın kalbini ısıtan, ruhunu besleyen güzellikleri bir kez daha hissettim.

Bugün eğer Kur’an-ı Kerim okuyabiliyorsam, bunda o kasetlerin bana olan faydası büyüktür.

Allah’a hamdolsun.

Ve işte şimdi, o kasetleri yeniden ellerimde tutarken, her şey daha dün gibi geliyor gözlerimin önüne.

Hayattaki tüm zorluklar, kayıplar ve engeller bizi asıl amacımızdan, kalbimizin rehberinden uzaklaştırmamalı.

İnsan samimi bir niyetle adım attığında, Allah daima yol gösterir, yardım eder.

Çeyizler, gösterişler ve geçici güzellikler bir evliliği, bir hayatı ayakta tutmaz; asıl değer

kalpteki iman, güzel ahlak ve içten sevgiyle ölçülür.

Her zorluk sabırla ve inançla aşılmayı bekleyen bir fırsattır; yeter ki niyetimiz temiz, kalbimiz açık ve adımlarımız cesur olsun.

Gerçekten de zorluklar, eğer sabır ve inançla karşılanırsa, bizi olgunlaştıran ve yeni kapılar açan fırsatlar hâline gelir.

Temiz niyet, açık kalp ve cesur adımlar, hem içsel hem de dışsal yolculukta bize rehber olur.

Bugünün imkanlarını düşündüğümüzde şükretmek de çok değerli bir farkındalık;

modern dünyanın sunduğu kolaylıklar, bilgi ve erişim imkanları gerçekten büyük bir nimettir.

Bolum(2)🌸

Kur’an okumamı adım adım ilerlettim.

Başlangıçta bir sıkıntım vardı: okuyor ama gerçekten anlamıyordum.

Kelimeler gözlerimden geçiyordu ama kalbim boş kalıyordu.

İşte o zaman meal okumam gerektiğini anladım; ruhumu anlamla doldurabilmek için.

Kendime söz vermiştim: “İzne çıktığımda bir meal alacağım.”

Bana Elmalılı Hamdi Yazır’ın meal ve tefsirinin en iyisi olduğu söylenmişti.

Bir süre sonra, kızımla beraber izne çıktım.

Havaalanından kardeşim bizi aldı, Uşak’taki evine götürdü.

Yol uzun olunca sohbetimiz derinleşti.

Uşak’a varmadan önce, kardeşime dönüp büyük bir sevinçle söyledim:

“Elhamdülillah! Kur’an okumamı ilerlettim, bu beni çok mutlu ediyor.

Şimdi de Elmalılı Hamdi Yazır’ın meal ve tefsirini almak istiyorum.” Bulabiliriz degilmi 

diye sordum kardesime ?”

“Olur  tabiki   buluruz  yarin ”  diye cevap verdi  

Eve vardığımızda sahur vaktiydi.

Yemeğimizi yedik, namazlarımızı kıldık ve yattık.

O sırada kardeşim dedi ki: “Komşularla mukabele yaptık, yarın son gün, dua edecekler. Abla, sen de gel.”

Ertesi sabah, kızımla salonda uyurken alt kattan Kur’an sesleri geliyordu.

Gözlerim açıldı ve aklıma kardeşimin sözleri geldi: “Yarın son gün, dua edecekler. Sen de gel.”

Kardeşim bizi yorgun olduğumuz için uyandırmamıştı.

Ama Rabbim o sözleri gönlüme düşürdü.

Kalktım, abdest aldım ve hiç tanımadığım bir evin kapısını çaldım.

Güler yüzlü bir kadın kapıyı açtı:

“Hoş geldiniz.”

İçeri girdim. Hatim duası yapılıyordu. Sessizce kenara oturdum.

Dua bitince evin hanımı bir sepet dolusu kitap getirdi ve dağıtmaya başladı.

İşte o an…

Bilmediğim bir şehirde, hiç görmediğim bir evde, hiç tanımadığım bir kadının ellerinden bir kitap bana verildi.

Ellerim titreyerek aldığım kitabın kapağında yazıyordu:

“Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an-ı Kerim Meali”

Uşak’taki ilk günümde dışarı çıkmadım.

Kitapçıya gitmedim, sormadım.

Ama Rabbim niyetimi biliyordu.

Ben alacaktım ya… Nerede bulabilirim diye sormuştum ya…

İşte şimdi daha iyi anlatabildim  sanirim.

Rabbim Semi’dir, Basir’dir.

Yeter ki isteyin, çünkü O Ganiyy’dir, Latif’tir, Kerim’dir.

Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’adır.

Bolüm (3)🌸

Elmalı Hamdi Allah Rahmet eylesinn

Kur’an-ı Kerim mealini okudum.

Yine de içimde bir eksiklik hissediyordum.

Okuduklarımı tam anlamıyla uygulayamıyordum.

Eşime kızıyordum: “Sen bana hiç yardımcı olmuyorsun.”

Ama içimden sessizce geçiriyordum: “Keşke ibadetlerimizi birlikte yapabilsek…”

Sanki  benim  evlenirken böyle bir hayalim varmış gibi

Sanki eşime  sormuşum: “Sabah  namazlarını kılacak mısın? Kur’an okuyacak mısın?

Cuma namazlarına gidiyor musun?”

Hep olumlu cevaplar almış gibi hayal kırıklığım kalıyordu geriye

Oysa o soruları hiç sormamıştım ben ona.

O zamanlar  baska  ülkeleri gezeceğim, farklı  sehirler   gözlemleyeceğim diye düşünüyordum.

Bu yüzden şikâyet etmeye hakkım yoktu.

Kendi hayallerime o kadar kaptırmıştım ki, eşimin düşüncelerini ve hislerini hiç sormamıştım  bile.

Şikâyet etmeye hakkım yoktu aslında; sadece kendi beklentilerimi bir kenara bırakmalıydım.

Tam tersine şükretmem gerekiyordu.

İbadetlerime karşı değil… en azından.

Hayatımda bir dönüm noktasına geldiğimde önümde iki yol vardı: Ya eşimle sürekli

cebelesip, vakit kaybedecektim, ya da kolları sıvayıp dinimi öğrenmeye koyulacaktım.

Elbette sadece sınavım eşim değildi; hayatın her alanında farklı imtihanlarla

karşılaşıyordum.

Ama öğrendim ki, en doğru yol kendimi Rabbime yöneltmekti.

Allah’a hamdolsun. Kur’an-ı Kerim okuyorum, mealini anlamaya çalışıyor,

Dışarıdan bakıldığında her şey güllük gülistanlık gibi görünebilir.

Oysa hayat hiçbir zaman bu kadar kolay değil.

Kur’an’a yöneldikçe, ibadetlerimize daha fazla önem verdikçe sınavlarımız da ağırlaşıyor.

Çünkü imtihan sadece kendimizle değil; bazen en yakınımızla, bazen de hiç ummadığımız insanlarla oluyor.

Bu noktada yapılması gereken tek şey, sıkıntılar karşısında pes etmemek ve yolumuza devam etmek.

Allah her şeyi görür, her şeye şahit olur.

Yolumu kararlılıkla yürüdüğümde, Rabbimizin desteğini hissediyorum.

Ve biliyorum ki sabırla, gayretle ve ihlâsla yürüyen hiç kimse Rabbinden karşılıksız kalmayacak, İnşallah.

Hayatta her şeyi seçici şekilde almak çok önemli.

Önce kendimizi geliştirmek, sabrımızı güçlendirmek gerekir.

Sabır kuvvetli olunca, karşılaştığımız her zorluk aşılır.

Allah’ın izniyle.

Baktım, anladım ki…

Bu yolculukta biraz kenara çekilmem gerekiyordu.

İnsanlardan uzaklaşıp kendi içime dönmeye, kalbimi dinlemeyi  ihtiyacım vardı.

Çünkü Kur’an-ı Kerim’i güzelce anlayabilmek, ayetlerin manasını derinlemesine

kavrayabilmek için sessizlik ve teslimiyet lazımdı.

Yolumu kararlılıkla yürüyebilmek için kalbimi sadece Rabbime açmalıydım.

Bu yolda bana yardımcı olan tek güç Allah’tı.

Peygamberimizin hadisleri ve sünnetleri bana rehber oldu; onlara sarıldım, onlardan destek aldım.

Birçok Kur’an-ı Kerim meali ve tefsir kitabı aldım.

Riyâzü’s-Sâlihîn’i okurken, sanki hayatıma ışık saçan yeni bir pencere açıldı.

Kenara çekildiğim günlerde internet de bana bir kapı oldu.

Sonradan Müslüman olmuş insanların hikâyelerini dinledim.

Onların arayışını, samimiyetini gördükçe kendi yolculuğuma daha çok bağlandım.

Ardından, dinini yaşayan, imanını hayatına taşıyan Müslümanların hatıralarını okumaya başladım.

Onların sabrı, gayreti ve teslimiyeti bana ilham verdi.

Ve anladım ki… Bu yol, insanlardan uzaklaşıp Rabbine yaklaşmayı öğretiyor.

Asıl yardımcım yalnızca O’dur.

Bazen bakıyorsun, “Müslümanım” diyen insanlara…

Ama ben “Müslüman” kelimesini kolay kolay kullanamıyorum; çünkü gerçek Müslüman öyle davranmaz.

Dışarıdan bakıldığında İslamiyet’i yaşıyor gibi görünüyorlar, ama işin içine girdiğinde öyle olmadığını fark ediyorsun.

Göründükleri gibi değiller.

İşte benim o günlerdeki şaşkınlığım da buydu.

İnsanların sözleriyle amelleri arasındaki fark beni derinden düşündürdü.

Din, sadece şekilden ibaret değil; asıl olan kalpteki teslimiyet ve davranışlardaki dürüstlüktür.

Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Çünkü bu devirde gerçekten samimi, ihlâslı bir Müslüman olmak kolay değil.

Rabbim bizi görüntüde değil, özde Müslüman olanlardan eylesin.

Amin.

Çevreme baktım… Bir örnek göremedim malesef.

Bana yol gösterecek, davranışlarıyla “işte Müslüman budur” dedirtecek kimse çıkmadı karşıma.

İşte o günlerde içimde bir boşluk hissettim; “Ne yapabilirim?” diye kendi kendime sordum.

Sonra, yolumu değiştiren bir kapı açıldı.

Sonradan Müslüman olmuş insanların röportajlarını dinlemeye başladım.

Onların nasıl bir arayıştan geçtiğini, hangi sorularla iman ettiklerini,

Îslam’ı nasıl gönüllerine yerleştirdiklerini gördüm.

Samimiyetleri beni derinden etkiledi.

Benim için gerçek örnek onlar oldu.

Çünkü İslam’ı sonradan bulanların heyecanı, sadakati ve teslimiyeti, bana da kendi

yolumda güç verdi.

Rabbim bana da aynı samimiyeti, aynı bağlılığı nasip etsin.

Kur’an-ı Kerim’e yöneldim. Mealini okumaya başladım.

Âlimlerin sohbetlerini dinledim.

Rabbime en güzel şekilde anlatan isimlerle tanıştım: Yusuf İslam, Zakir Naik, Nureddin

Yıldız Hoca ve Şule Yüksel Şenler…

Özellikle Şule Hanım’ın sohbetleri benim için bambaşka bir pencere açtı.

Sabahın erken saatlerinde temizlik işinde çalışırken, bir elimde bez masaları siliyor,

kulağımda ise busohbetlerle kendimi geliştirmeye çalışıyordum.

Allah’a hamdolsun.

Şule Yüksel Şenler’in sohbetlerinde esi ile problemini  dinlemistim bir keresinde  

insanların sınavlarını nasıl yüreklice taşıdıklarını duyunca, görünce 

kendi kendime dedim: “Ben de öyle olmalıyım.” 

O günden sonra eşimi şikâyet etmeyi bıraktım.

Kalbim huzur buldu.

Allah’a hamdolsun.

Sonra eşime farklı bir gözle bakmaya başladım.

Tesettürüme karışmıyor, ibadetlerime saygı gösteriyor, tatillerimizi dini ölçülere uygun

şekilde yapma fikrimi destekliyordu.

Faize karşı duruşuma saygı duyuyor, merhametli bir tavır sergiliyordu.

Kusurları yok muydu? Vardı elbette.

Düşündüm: Kimin kusuru yok ki? Bizler çok mu kusursuzuz?

Hepimiz hata yapıyoruz, hepimizin eksikleri var.

Önemli olan başkasının kusurunu görmek değil, kendi nefsimize dönüp

“Ben nerede yanlış yapıyorum?” diyebilmektir.

İnsan kusurlarıyla insandır.

Rabbimiz zaten kullarını hatasız yaratmadı; hata edecek, sonra da tövbe edip O’na yönelsin diye.

Öyleyse başkalarının küçük hatalarını büyütmek yerine, sabretmeyi öğrenmeliyiz.

Affetmek, hoşgörmek ve görmezden gelmek bazen en büyük ahlaktır.

Asıl olan kusursuzluk iddiası değil, kusurlarımıza rağmen Rabbimizin ipine sarılmaktır.

Sabreden, şükreden ve affeden kişi hem kalbini huzura kavuşturur hem de Rabbine yaklaşır.

İbadetlerimi yaşarken eşimde de değişiklikler fark ettim.

Alkolü bıraktı, kahvehaneleri bıraktı.

Yolculukta eksileri fark ediyoruz, ama o da kendi yolunda bir şeyler yapmıştı.

Bu, Rabbimin bana bir hediyesiydi: “Üzerinden yükünü atmadık mı?” (İnşirah: 2) “Ki o yük

ağırlığından dolayı belini bükmüştü.” (İnşirah: 3)

Güzel bir mü’min olmak niyetim İnşallah…

Son yıllarda bunun için okuyorum, öğreniyorum ve uygulamaya çalışıyorum.

Bu niyet bana huzur veriyor.

Bu yolun bir sonu yok; yapabildiğim kadar devam ediyorum.

Rabbim görüyor; Allah kimsenin emeğini karşılıksız bırakmaz.

İman ediyorum, ümit ediyorum, endişeleniyorum, korkuyorum, seviniyorum,

ağlayabiliyorum. Kavgalarım var, sessiz 🙂

Bu duyguları taşıdığım için şükrediyorum.

Rabbime en güzel şekilde kul olmayı düşündükçe yanlışlarım oluyor; korkularım var.

Bunlar Allah korkusu.

Eksilerimi nasıl artıya çevirebilirim diye uğraşıyorum.

Kendimi çektim kenara, dışarıdan kendime baktım.

Hiçret yolculuğumda Şule Hanım’ın etkisi çok oldu; onun sohbetlerini dinlerken

hayıflanıyordum. “Huzur Sokağı” kitabından söz ediliyordu.

Yıllar önce elime geçmiş, o zamanlar neden güzel okuyup anlamamışım diye düşünürdüm

O günlerde kitabı almak kolay değildi.

Şimdi internet sayesinde istediğiniz kitap ayağınıza geliyor  çoçuklar  ne güzel  zenginlik siziler  için 🙂

Bilmedigim için    ben alamiyorum mecburen   kitapçidan aliyorum 

Avrupa’nın bir şehrinde hiç görmediğim bir kadının hayat hikayesini, mücadelesini öğrenmiştim.

Yıllar sonra, hiç beklemediğim bir gün bana naylon poşet içinde bir kitap hediye edildi:

üzerinde “Huzur Sokağı” yazıyordu.

Ne haber  akillim:) Kitaplar  bana kendiliginle gelen bir güzellikti  Elhamdullilah 

Şimdi anlıyorum: Bazen en büyük düşman, kendi beklentilerimiz ve sormadığımız sorular oluyor.

Kendimi eleştiriyorum, ama aynı zamanda gülümsüyorum; çünkü sonunda kendi

sorumluluğumu üstlenmeyi öğrendim.

Şimdi diyorum ki:  Hatalarımla, eksiklerimle, korkularımla…

Ama yine  Rabbime  yönelmek  en güzelli.

Karşınızda çok okumuş, alim biri var sanmayın.

Hatta sorsanız bana bir soru, Rabbim öğrettiği kadarını söyleyebilirim.

Belki cevap bile veremem.

Ama arabada giderken, radyoda bir sure dinlerken.

O surenin mealini  bilmis olmak  tefrsirini  kalbimden geçirmek…

Rabbim burda bunu diyor deyip  esimi sevinçle anlatmak 🙂

İşte o an, her şey duruyor gibi oluyor.

Sanki Rabbim, “Bak, işte bunu hisset” diyor.

O his, tarif edilemez bir huzur  duygusu…

Kelimeler yetmez, sadece kalpten bir şükür geliyor.

Gösteriş yapmak, bir bilgi sergilemek… Hiçbiri değil.

Sadece bir insanım, Rabb’in öğrettiği kadarıyla küçük bir anı hissetmem.

Ve o an, dünyanın bütün karmaşası yok oluyor, sadece o sonsuz lütuf kalıyor.

Beş vakit ezanlarla büyüdüğüm kasabada, dini bayramları yaşayan, ibadetlerini yerine

getirmeye çalışan bir ailenin çocuğuydum.

Sonra Müslüman bir aileye gelin gittim; (!).(!).(!).

Yaşadığım toplum, bir cemaatti. var(!)(!).(!).(!).(!).(!).

Ama öğrendim ki, gerçek sınav sadece kendi ibadetimiz değil; ailemiz, eşimiz ve çocuklarımızla da oluyor.

Bugün gençlerimizin durumu ne kadar zor…

Canım acıyor, yürekten hissediyorum onların sıkıntılarını.”

Modern dünyanın karmaşasında, değerler ve sorumluluklar arasında sıkışıyorlar.

İslam’ı yaşamak isteyen anne-babalar da büyük sınav veriyor; hem kendi nefisleriyle hem

de çocuklarının yoluyla imtihan oluyorlar.

O yüzden çocuklarımıza yalnızca sözle değil, davranışımızla da örnek olmalıyız.

Samimi ibadet, sevgi, sabır ve şefkatle rehberlik etmeliyiz.

Onların imanını güçlendirmek, Rabbimizin yardımıyla mümkün.

Gerçek güç, sevgiyi, sabrı ve Allah’a bağlılığı öğretmekle başlar.

Çocuklarımızı yetiştirirken unutmamalıyız: Kalpten rehberlik etmek, sadece nasihat

vermekten çok daha etkilidir.

Rabbim hepimize sabır, hikmet ve feraset versin.

Amin.

Selamünaleyküm.

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽

  • Related Posts

    Her Kelime Bir Tohumdur: Ne Ekeceksin?

    Read more

    Yorgunsan dur biraz,

    Read more

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir