Hayırlı Akşamdan Hayırlı Geceye
Son zamanlarda ekranlarda sıkça rastladığımız bir manzara var: Ellerinde mikrofonlarla
sokağa çıkan bazı kişiler, rastgele insanlara dini sorular yöneltiyor. “Faiz haram mı?”,
“Kumar caiz mi?”, “Müslüman mısınız?” gibi sorularla, insanların anlık tepkilerini
kameraya yansıtarak sözde bir “toplum aynası” tuttuklarını iddia ediyorlar.
Oysa bu görüntülerin çoğu, hakikati yansıtmaktan çok fitneye, kırgınlığa ve yanlış anlamalara zemin hazırlıyor.
Dinimizi ekran şovuna dönüştürmek, Allah’ın mesajını hoyratça araçsallaştırmaktır.
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, İslam’ın en temel emirlerindendir.
Ancak bu emir, incelikle, nezaketle ve muhatabın psikolojisi gözetilerek yerine getirilmelidir.
Peygamber Efendimiz (sav), insanlara hiçbir zaman kalplerini kırarak, onları küçük
düşürerek veya toplum önünde utandırarak öğüt vermemiştir.
O, merhametiyle, sabrıyla, tatlı diliyle insanları hakka yöneltmiştir.
Bugün bazı kişilerin yaptığı gibi, kameralara karşı “uyarı” adı altında insanları köşeye
sıkıştırmak, onların dinî bilgisizliğini sergilemek ya da yanlış cevaplar alarak reyting uğruna kullanmak İslam ahlakına aykırıdır.
Hele ki bir insan, baskı altında yanlış bir söz söyleyip küfre düşerse, bu işin vebali çok daha ağırdır.
Din bir şov değildir. Sokak röportajı yapar gibi insanların imanını sorgulamak, dini magazinleştirmekten başka bir şey değildir.
İslam, nezaket dinidir. İslam, hoşgörü dinidir. Her şeyden önce ahlak dinidir.
Eğer gerçekten iyilik yapmak istiyorsak, bunu ekran önünde değil, samimiyetle, göz göze, gönül gönüle yapmalıyız.
Mikrofonu eline alan herkesin hatırlaması gereken şudur: İnsanların ahiretini tehlikeye atacak bir üslup, asla tebliğ değildir.
Tebliğ, gönüllere dokunarak, insanları kırmadan, küçük düşürmeden yapılır.
Ekran karşısında kolayca dikkat çeken bir sahne: Milli Piyango bileti kuyruğunda bekleyen insanların arasına mikrofon uzatılır, “Kumar haram değil mi?” diye sorulur.
Kamera kırmızı ışıkla yanar, izleyici bekler; birkaç kelime, birkaç tepki, birkaç görüntüyle toplumun dini hassasiyetleri gündeme taşınır.
Ancak bu sahnenin ardında sadece cevaplar yoktur — insanların hikâyeleri, sıkıntıları ve bazen kırılgan ruh halleri vardır.
Özellikle başörtülü kadınların hedef alındığı anlar daha da rahatsız edicidir. “Günah biliyoruz ama
alıyoruz” diyen bir ses, izleyiciye şaşkınlık verebilir; ama bir an durup düşünün: O sesin ardında ekonomik
zorlanma, utanma, belki de ailevi sıkıntılar vardır
. Televizyonun ya da sosyal medyanın spot ışıkları altında yakalanmış bir itirafı, eleştiri malzemesi haline getirmek kolaydır — fakat insana ve ahirete dair vebal, kolayca tartılacak bir şey değildir.
Dini uyarının biçimi, içeriğinden az değil belki daha önemlidir.
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak İslam’ın emridir; fakat bu emri yerine getirirken nezaket, mahremiyet ve empati elden bırakılmamalıdır.
Oysa İslam, böylesi bir hoyratlığa izin vermez. Kur’an-ı Kerim bizlere: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel
öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl, 125)
Bir insanın günahıyla ilgili nasihat verilecekse, bunu kameranın önünde yüksek sesle yapmak değil, onu
rencide etmeden, mahrem bir ortamda, karşılıklı saygı çerçevesinde söylemek gerekir. “Kardeşim, bak bu
haramdır; girme buna” demek istiyorsanız, önce o kişinin ruh halini, içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşulları gözetin.
Sokakta, sırada bekleyen insanları anlık tepkileriyle kayda almak; psikolojilerini, ailevi
baskılarını, utanma duygusunu hesaba katmamak demektir.
Birçok insan, kameranın varlığıyla rezil olmaktan, çevresinin bakışlarından çekinir; bu
durumda verilen cevaplar gerçek düşüncenin değil, anlık savunma mekanizmalarının ürünü olabilir
. Bu tür röportajlar sık sık yanlış yargılara, genellemelere ve toplumsal kutuplaşmaya yol açar.
Eğer amaç gerçekten uyarı yapmaksa, usulü vardır: Önce teveccüh ve merhamet; sonra doğru bilgi.
İnsanları alenen köşeye sıkıştırmak yerine, onlarla özelce konuşmak, neden böyle davrandıklarını
anlamaya çalışmak ve mümkünse sosyo-ekonomik destek yolları göstermek daha etkili ve insani olacaktır.
Mesajınızı verirken hedefiniz insanı utandırmak değil; onu kurtuluşa, doğruya yönlendirmek olsun.
Medyanın ve içerik üreticilerinin sorumluluğu büyük: Reyting uğruna dinî konuları magazinleştirmek, zayıflıkları ifşa etmek ve kamusal alanda insanları küçük düşürmek kabul edilemez.
Bu sorumluluk, izleyiciye de düşer — gördüğümüz birkaç saniyelik videoya dayanıp bir toplumu, bir inancı veya bir kişiyi yargılamadan önce empati kurmalıyız.
Her görüntünün arkasında bir insan olduğunu, her insanın da hak ve onur sahibi olduğunu unutmamalıyız.
Son olarak, toplumsal sorunların kökeni çoğu zaman ekonomik sıkıntılardır
. Milli Piyango kuyruğunda birinin “alıyorum çünkü umut” demesi, sadece bilgisizlik değil; geçim kaygısının, umudun, çaresizliğin ifadesi olabilir.
Bu gerçekliği göz ardı edip sadece ahlaki suçlama yapmak, sorunu çözmez; aksine derinleştirir.
İyilik yapmak istiyorsanız — nasihat etmek de dahil — bunu insan onurunu koruyarak, özel bir ortamda, samimi ve bilgi temelli bir şekilde yapın.
İyi bir toplum, yanlışları yüzüne vurup rezil eden değil; yanılanı anlayıp düzeltme yolu gösterendir.
Mikrofonu eline alan herkes bunu hatırlamalı: İnsanları kamerasız, mahrem bir yerde uyarmak, onları
küçük düşürerek değil çekiçi bir şefkatle aydınlatmak, gerçek iyiliktir.
Selam ve dua ile