Ne güzel bir çağ değil mi?

Ne güzel bir çağdayız, değil mi?

Secdeden uzak ama kahve köşesi tam takım evlerimiz var artık.

Seccadeye yer yok ama selfie için ışık halkamız tam.

Rabbimiz rızkı arttırsın diye değil, komşumuz çatlasın diye alıyoruz her şeyi.

Düşünsene…

Sofranda 4 çeşit yemek var ama bir türlü doyamıyorsun.

Çünkü eksik olan yemek değil, şükür.

Ama sen hâlâ diyorsun ki: “Bu kadarı bana yetmez.”

Yetmez tabii! Zaten yetinsin diye yaratılmadın, değil mi?

Modern sistem seni tüketim için programladı.

Ve sen, maşallah, hiç aksatmadan görevini yapıyorsun:

Taksit taksit kendini yok ediyorsun.

Eskiden borç ayıptı. Şimdi övünç kaynağı.

“Abi şu ayakkabıyı 18 taksitle aldım.”

Yani içeriği boş bir hayat, ama kutusu parlak.

İyi paketlenmiş sefalet. Ve sen bunu mutluluk sanıyorsun!

Evlat huzur istiyor, sen ona tablet alıyorsun.

Eşin ilgi istiyor, sen mutfağa yeni dolap yaptırıyorsun.

Ruhun dua bekliyor, sen meditasyon uygulaması indiriyorsun.

Çünkü manen açız ama bunu market rafında doyurmaya çalışıyoruz.

Ama ne güzel bir oyunun içindeyiz:

Daha fazla harcayınca değerli olacağımıza inandırılmışız.

Ve biz bu yalana sadece inanmamışız,

Üzerine yemin etmişiz resmen!

Hadi itiraf et…

Namaz vakti geliyor, “meşgulüm” diyorsun.

Ama indirime giren ürün var mı diye saatlerce ekran başındasın.

Kusura bakma ama secdeye vakti olmayanın, borç batağında boğulması kader değil, tercih.

“Ben de çalışıyorum, ben de kazanıyorum” diyorsun.

Eyvallah.

“Kazandığın Her Kuruşun Hesabı Var…”

Bazen hayatın koşturmacasına öyle bir kapılıyoruz ki…

Neyi neden yaptığımızı bile unutur hale geliyoruz.

Ama bir gerçek var ki, biz ne kadar unutursak unutalım,

Allah unutmaz.

Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor: “Kıyamet günü kul, şu dört şeyden sorguya çekilmeden yerinden kıpırdayamayacak:

Ömrünü nerede tüketti? Gençliğini nerede harcadı? Malını nereden kazandı, nereye harcadı?”(Tirmizî, Kıyâme, 1)

Düşünsene…

Kazanırken “helal mi?” diye sormadığımız bir para, harcarken “lüzumlu mu?” demediğimiz bir harcama,

boşa geçen bir gün, boşa geçen bir gençlik…

Hepsinin hesabı bir bir sorulacak.

Bu bir tehdit değil aslında… Bir uyarı, bir rahmet.

Çünkü bugün düşünürsek, yarın pişman olmayız.

Belki artık şunu kendimize sormalıyız:

“Zamanımı neyle geçiriyorum?” “Gençliğim elimden kayıp giderken, ben neyle meşgulüm?”

“Bu kazancı Allah rızasına uygun mu kazanıyorum?”

“Ve harcamalarımda ahiret hesabını gözetiyor muyum?”

Unutmayalim…Her kuruşun, her saniyenin, her nefesin hesabı var.

Ve o gün, “bu yılın trendiydi” bahanesi geçmeyecek!

Zekât mı verdin? Güzel. Allah kabul etsin.

Ama neden herkes bilsin istedin?

Sevabına başkası mı şahit olsun istedin,

Yoksa Allah’ın vereceği karşılığı “yetersiz” mi buldun da paylaş tuşuna bastın?

İnfak artık Allah için değil,  Etkileşim için yapılıyor.

Eskiden, “Bir elin verdiğini öbür el bilmezdi.”

Şimdi ise Drone çekimi eşliğinde battaniye dağıtıyoruz.

Gösteriş ibadetin yerini alıyor, Sadaka vitrine konuyor,

Ve riyakârlık, hayır kisvesiyle alkış topluyor.

Unutma:  Göstererek yapılan iyilik, sadece gözlere ulaşır.

Gizlice yapılan iyilik ise, Allah’ın katına yükselir.

Sadaka mı bu, PR çalışması mı?

Bir düşün.

Yetinmeyi Unuttuk

Daha fazlası, daha yenisi, daha pahalısı… Nereye kadar?

Yani nereye sığdıracaksın aldıklarını?

Mezarda yer mi kiraladın?

Ve evet, şükür. Hani şu neredeyse kimsenin hatırlamadığı kelime.

Oysa Allah demiş: “Eğer şükrederseniz, elbette artırırım.” (İbrahim, 7)

Ama sen şükretmeyi unutmuşsun, artırmaya çalışıyorsun.

Sonra da “Neden bereket yok?” diye soruyorsun.

Cevap çok basit:Çünkü sen harcadıkça eksiliyorsun.

Çünkü sen tükettikçe tükeniyorsun.

Sonuç? Evde huzur yok.

Kalpte sükûn yok. Yüzde tebessüm yok.

Ama AVM’de indirim var diye koşa koşa gidiyoruz.

Secdeye varmayan dizlerle, saatlerce mağaza geziyoruz.

Bir yastıkta kocamak hayalimizdi,

Şimdi bir koltukta poz vermek derdimiz oldu.

Ve sonra ne mi olacak? Bu hayat bittiğinde, kasaya değil mizana gideceksin.

Ve Rabbimiz huzurunda ne diyecegiz?:

“Kaç kez tatil yaptın?” “Kaç bin liralık çanta aldın?”

Diyecek ki: “Sana verdiklerimle ne yaptın?”

İnsanın serveti banka hesabında değil, kalbindeki huzurdadır.

Ama sen hâlâ vitrindeki elbiseye bakıyorsan,

Kusura bakma dostum: Sen fakirsin.

Hem de iliklerine kadar.

Daha ne kadar sırtlanacaksın bu yükü?

Daha kaç kredi kartı? Kaç etiket? Kaç beğeni?

Yani nedir hayalin?Kefeninin markası mı?

Biraz dur.  Sor kendine: “Gerçekten neyin peşindeyim?”

Biriktirdiklerin seni kurtaracak mı sanıyorsun?

Mezar taşına “çok alışveriş yaptı” yazdıracak hâlin yok.

Ama içini boş bıraktığın o kalp… İşte onun hesabı ağır olacak.

Çünkü unutuyorsun:“Mal da yalan, mülk de yalan. Gel biraz da sen oyalan.”

Dememiş miydi eskiler?

Ama sen oyalandın da artık yolunu bile unuttun.

Kendine Sahip Olmadan, Eşyaya Sahip Oldun

Evinde yok yok. Her şey var.  Sadece “sen” yoksun.

Aynaya bakıyorsun ama gözlerin seni tanımıyor.

Çünkü içini kapattın.

Ruhunu aç bırakıp gardırobunu doldurdun.

Ne diyor ayet?“İnsan, kendini yeterli gördüğünde azgınlaşır.” (Alak, 6-7)

Tam da bu! Sen kendini yeterli sandın.

Yetmediğin hâlde yetiyor gibi davrandın. Şimdi ruhun bağırıyor içeriden:

“Bir yudum huzur ver bana!”

Ama sen ne yapıyorsun? Sepete bir ürün daha ekliyorsun.

Çünkü modern dua şöyle:  insanlar imrensin.”

Her şey içini boşaltıp parlatmak üzerine artık.

Tesettür mü? Moda oldu. Namaz mı? Storylik.

Yardım mı? Vlog serisi. Yani birileri diyor ki: “Bakın ne kadar iyiyim.”

Ama Allah bakmıyor o pozlara. O kalbe bakıyor.

Ve orada ne buluyor, biliyor musun? Bir “like” uğruna satılmış niyetler.

Gerçek Zenginlik Ne Biliyor Musun?

Evet, evet.  Gerçek zenginlik.  Hiçbir reklamda göremezsin.

Çünkü satılmaz.  Ruhun huzurudur.

Bir tas çorbayla doyan karın,  Dertleştiğinde seni dinleyen bir eş,

İçten gelen bir “Elhamdülillah”…

İşte zenginlik bu.

Senin 10 bin liralık ayakkabın, Geceyi yalnız geçiren bir kalbi ısıtmaz.

Ama yolda selam verdiğin bir yürek, Belki sana cennet olur

Bu dünya geçici. Ama sen geçici olan için kalıcı olanı yakıyorsun.

Her harcama değil ama Her savrulma seni hesaba götürüyor.

Ve bir gün, evet o gün, Sıra sana geldiğinde diyecekler ki:

“Bu kişi dünyada çok ünlüydü.”

Ama Melekler soracak:“Peki kalbi kimindi? Kime çalıştı?”

Süslediğin hayatına bakma,  Rabbine süslediğin ameline bak.

İnsanlar seni alkışlayabilir,  Ama alkışların yankısı mahşerde duyulmaz.

Orada sadece niyetin konuşur.  Giydiğin değil, gömdüğün kalbin konuşur.

Ve işte o gün…

Servetin, sana şahit ya da düşman olacak.

Selam ve dua ole  

  • Related Posts

    “Allah İçin Mi, İnsanlar İçin Mi?”

    Read more

    Herkesin bir kıblesi vardır.

    Read more

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir