Zamanın ünlü bir bilgesi, hükümdarın sarayına geldi.

Muhafızlar, bilgeyi içeri almak için herhangi bir engel çıkarmadılar; zira bilge, derin bilgeliği ve hikmetiyle tanınan biriydi.

Kral, ziyaretçisini tanıyarak saygıyla ayağa kalktı ve ne istediğini sordu.

“Bu handa bir yer arıyorum,” dedi bilge.

Kral, şaşkınlıkla cevap verdi, “Burası bir saray, bir han değil ki.”

Bilge, gülümseyerek sordu, “Önce senin önceki yaşayanlarını hatırlayabilir miyim?”

“Babam önce burada yaşardı. O öldü,” dedi kral.

“Peki ondan önce kim yaşardı?” diye sordu bilge.

“Büyükbabam.”

“Ve o da öldü,” diye ekledi bilge, “Bu durumda, bu saray insanların gelip kısa bir süre kaldığı, ardından terk ettiği bir yer gibi görünüyor.

Neden ona han demeyelim ki?”

Bu basit diyalog, birçok şeyin aslında ne kadar geçici olduğunu ve insanların geçici konuklar olduğunu vurgular.

Saraylar, hükümdarlar ve yaşananlar, zamanın bir döneminde mevcut olabilir; ancak sonunda herkesin ayrılacağı ve yerlerinin başkalarına bırakılacağı gerçeği değişmez.

Yaşamın geçiciliği ve insanın asıl değerinin dünya malı veya sahip olunan güçten ziyade insanlık, paylaşım ve sevgi olduğu bu hikaye, derin bir öğüt barındırır.

Saraylar ve krallar, geçmişten günümüze birer hatıra olur; fakat insanlık, yardımlaşma ve yaşamın anlamı, asıl değeri ve devam eden anlamı taşır. Bu kısa hikaye, insanın yaşamı ve değerleri hakkında derin bir düşünce sunar.