2-BAKARA: 44-Bundan sonra hakkı karıştırmamakla beraber, başkalarına hakkı

tebliğ edip de kendini unutmak da caiz olmayacağını anlatmak için bir özel hitap da vârid oluyor.

Rivayet olunduğuna göre saadet asrı (Peygamberimizin asrı)nda Medine’deki

yahudi bilginlerinden bazıları, kendilerine gizlice gelip: “Muhammed hakkında ne dersin?” diye soranlara: “Doğrudur, haktır.” derler,

Resulullah’a uymalarını emrederlermiş ve fakat kendileri, emirleri altında bulunanlardan ellerine geçmekte olan hediye ve vergilerden mahrum kalmak endişesiyle ona uyma arzularını açıklamazlarmış.

Bazıları da : “Sadaka veriniz.” diye emreder, fakat kendileri vermezlermiş.

Diğer bazıları da: “Allah’a itaat ediniz, âsî olmayınız.” derler, fakat kendileri sözleriyle amel etmezlermiş.

Nihayet bu âyet münasebetiyle: “Namaz kılınız, zekat veriniz” diyenler olurmuş fakat kendileri hiç birini yapmazlarmış.

İşte bunların biri veya her biri dolayısıyle şu âyet de nazil olmuş (inmiş)tur. acaip,

siz insanlara birr (yani bol bol iyilik) emreder de kendinizi unutur musunuz?

Halbuki daima kitabı (yani Tevrat’ı) da okuyorsunuz. o halde akıl etmez misiniz? Yahut daha akıllanmayacak mısınız?

Fenalık emretmektense, iyilik emretmek elbette iyidir.

Fakat aklı olan başkasının iyiliğini isterken kendini unutur mu?

Birinci olarak, emir bilmâruf (iyiliği emretmek) ve nehiy anil’münker (kötülüğü yasaklamak)den maksat, başkalarına doğruyu göstermek suretiyle istifade ettirmektir.

Halbuki başkasını irşad edip de kendisini unutmak ve kendisini iyilikten, irşaddan

mahrum etmek, eli selamete çıkarıp, kendini ateşe atmak demektir ki, amelî akıl açısından bir çelişki teşkil eder.

İkincisi, insanlara va’z ve ders vererek ilmini ortaya koyup da kendisi, kendi emrini, kendi öğüdünü dinlememek, kendini ve ilmini fiilen yalanlamaktır.

Bu, şahsında bir çelişki olduğu gibi, halkı bir taraftan aydınlatmak isterken, diğer

taraftan saptırmaktır ki, bu da bir çelişkidir, bunda da bir çeşit karıştırmak vardır.

Aklı olan ise çelişkiye düşmez.

Üçüncüsü, söylediği sözün, verdiği nasihatin bir kıymeti ve kalplerde bir tesirinin olması arzu edilir

. Boşuna emir, boşuna gevezelik akıl kârı değildir.

Halbuki verdiği emir ve öğüdün tersini kendisinin yapması, onun kıymetini kırmak ve herkesi ondan nefret ettirmektir.

Daha açıkçası, bindiği dalı kesmek, oturduğu evi yıkmaktır ki, bundan büyük budalalık olmaz.

Hasılı, iyilik iyiliktir, elbette insanlara iyiliği emretmek de hadd-i zatında iyidir ve bir görevdir.

Fakat bunu yaparken kendini unutmak, işte budalalık oradadır.

Bu âyette yasaklanan da budur.

Bundan dolayı bu âyet fâsıkın (sapık) doğru söylemek, sözünde ciddi olarak iyiyi

söylemek şartıyle va’z etmesini (öğüt vermesini), iyiliği emretmesini men

etmemekle beraber bu gibiler hakkında gayet büyük ve büyük olmakla beraber zarif (ince) bir inzar (korkutmay)ı içeriyor ve aptallıklarını anlatıyor.

Vâizin, âmirin kendi hakkında ciddi olmasını ve öğüt verirken herkesten önce kendini düşünmesinin gereğini anlatıyor.

Ve bunun özellikle akıl nokta-i nazarından çok şaşılacak şey olduğunu gösteriyor.

Buharî ve Müslim’de bu konuda şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: Kıyamet gününde bir adam getirilir, ateşe atılır, ateş içinde değirmen taşı gibi dönmeye başlar

Cehennem ehli onun etrafını çevirirler: “Ey falan! Sen bize iyilikleri emreder,

fenalıkları yasaklar değil miydin?” derler. “Evet ama, ben size emreder, kendim yapmazdım; sizi yasaklar, kendim yapardım.” der.

Şu halde insan, başkasına öğüt verirken, kendini unutmamalı, ele telkin verip de, kendi zakkum salkımı yutmamalıdır.

İrşad (halkı aydınlatmak) için doğru söyleyenler böyle olursa, sapıtmak için eğri söyleyenlerin hali kıyas edilsin!..

el-Birr, “geniş hayır” mânâsına isim; “hayırda genişleme” mânâsına masdar olur ki, esası “geniş alan” demek olan ” el-Berr” kelimesindendir.

Bundan dolayı geniş iyilik, bol bol iyilik etmek demek olan “birr” her türlü iyiliği,

her türlü hayrı kapsar ve şöyle sınıflandırılmıştır:

Birr üçtür: Allah’a ibadette birr,

µakraba (hakkına) riayette birr, dostlarına muamelede birr.

Görülüyor ki, halk ve seçkinleriyle İsrailoğullarına hitap ederek verilen emirleri,

yasakları izleyerek taaccup (şaşma) ve takrir ifade eden bir soru ile başlayan ve

özellikle âlimleri, âmirleri ve hakimleri hedef alan bu hitab, bütün bu emirleri ve

yasakları bildirme ve bildirimi almada İslâm dininin istediği ahlâk ve irfanın

yükseklik ve ciddiliğini gösteren bir cümlei tevsîk (kuvvetlendirme cümlesi) olmuş

ve bilhassa namaz, zekat, cemaat emirlerini takip etmesi de bunların ahlâkı

güzelleştirmekteki tesirlerine bir işareti içermiş ve bilhassa bildiğiyle amil (amel

edici) olmamanın İsrailoğullarının bilginlerinin şiarı olduğunu anlatmıştır. kaynakKURAN’I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)