12 Eylül sabahı, Bozdağ ilçesinin Kavaklı köyünde, ninemin incir bahçesinde yaşıyorduk.

Tek odalı taş evimiz, şimdi yerinde yeller esen o sade yuvamız, hâlâ zihnimde capcanlı.

Evin önünde heybetli bir şeker incir ağacı vardı – o da artık yok.

Ağacın gövdesine çaktığımız çivilere asılı renk renk naylon bardaklar…

Kırmızı, sarı, mavi…

Muhtemelen bir avuç incir karşılığında naylonculardan alınmıştı hepsi.

Komşumuz Ramazan Abi – Allah rahmet eylesin – bahçemizin kenarındaki tozlu yoldan geçerken yüksek sesle seslenmişti:
“Fadime Ana, Fadime Ana! Asker devlete el koymuş. Kenan Evren hükümeti devralmış!”

Ninem ise duru bir teslimiyetle, “Vardır büyüklerimizin bir bildiği,” demişti.

O vakitler daha on beş yaşındaydım.
Korkuyu iliklerimize kadar hissetmiştik.

Tarlaya ot kesmeye gittiğimde, darıların arasında bir anarşist çıkacak sanırdı genç kalbim.

Küçücük bir köyde, doğanın kalbinde bile endişe sarmıştı ruhlarımızı.

Ne tuhaftır ki, yalnız biz değil, ülkenin dört bir yanındaki insanlar da aynı belirsizliği, aynı korkuyu yaşıyordu.

Yıllar geçti. Memleketimden uzak diyarlarda yaşarken bir gece, 15 Temmuz 2016’da, aynı karanlık duygularla bir kez daha sarsıldım.

Televizyon ekranlarında, sosyal medya paylaşımlarında gördüğüm manzaralar içimi dağladı.

Asker kılığına girmiş anarşistler, kendi halkına kurşun sıkıyor, tanklarla milletin üzerine yürüyorlardı.
Şaşkınlıkla sarsıldım:
“Neler oluyor? Bu karanlık neden tekrar üzerimize çöktü?”

Sokaklarımızda silah sesleri yankılanıyor, masum insanlar hayatlarını kaybediyordu.

O gece kalbim Türkiye’deydi.

Ellerimiz dua için semadaydı.

Yapabileceğimiz tek şey dua etmekti.

Tıpkı 12 Eylül gibi, 15 Temmuz da milletçe yaşadığımız bir sınavdı.

İkisinde de korktuk, endişelendik, sarsıldık.
Ama her defasında, milletimiz topyekûn dimdik durdu, yaraları sardı, yeniden ayağa kalktı.

Rabbim, bizlere bir daha böyle acılar yaşatmasın.

Milletimizi, vatanımızı her türlü tehlikeden, ihanetten, bölünmeden korusun.

Birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenlere fırsat vermesin.

Bu iki karanlık dönem, geçmişimize olduğu kadar geleceğimize de ışık tutuyor.

Unutulmamalı ki tarih, ders alınmadığında tekerrür eder.

Yaşadıklarımızdan ibret alarak daha bilinçli, daha güçlü, daha kenetlenmiş bir toplum inşa etmeliyiz.

Ülkemizin dört bir yanında barışın ve huzurun egemen olduğu, özgürlüklerin korunduğu bir gelecek için hep birlikte çalışmalıyız.

Her milletin tarihinde bağımsızlık ve özgürlük için canını hiçe sayan kahramanlar vardır.

Bizim milletimiz de nice fedakârlıklarla, nice sınavlarla bu günlere geldi.

Şehitlerimiz ve gazilerimiz, bu toprakları vatan yapan sessiz destanlardır.

Her bir şehidimizin hikâyesi, yüreğimize kazınmış birer kahramanlık öyküsüdür.

Vatan sevgisini en yüce mertebeye taşıyarak canlarını feda ettiler.

Anadolu’nun dört bir yanından, köylerden, şehirlerden geldiler; aynı bayrağın altında, aynı sevdayla toprağa düştüler.

Gazilerimiz… Onlar, savaşın en acı yüzüyle karşılaştılar.
Yaralandılar ama eğilmediler.

Dimdik durarak milletimizin cesaret ve kararlılığının sembolü oldular.

Yaşadıkları zorluklar, bizlere barışın kıymetini, özgürlüğün bedelini bir kez daha gösterdi.

Bu vatanın her karış toprağında bir şehidin kanı, bir gazinin alın teri vardır.

Onlara minnet duymak, hatıralarına sahip çıkmak hepimizin görevidir.

Her bayramda, her anma gününde onları dualarla anmak, bize düşen en asil vefa borcudur.

Şehitlerimiz ve gazilerimiz sadece bir toprak parçası bırakmadı bizlere.

Birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde yaşamanın kutsallığını da miras bıraktılar.

Onların cesareti bizlere ilham olmalı; daha güzel, daha aydınlık bir gelecek için çabalamalıyız.

Rabbim, şehitlerimize rahmet eylesin. Mekânları cennet, makamları ali olsun.
Gazilerimize sağlık, huzur ve uzun ömürler ihsan eylesin.


Selam ve dua ile,
Hakime Gülsüm