Selamunaleykum cumleten

Sosyal medyanın zirveye ulaştığı bu çağda, geçmişin mahremiyeti, adeta bir dijital açık hava müzesine dönüşmüş durumda.

Geçmişin özlü anılarına ve kişisel fotoğraflara olan bu geniş erişim, elbette ki mahremiyetin evriminde devrim niteliğinde bir adım.

Artık, eski aile fotoğraflarıyla sosyal medyada dolanan insanların geçmişiyle ilgili derinlemesine bir keşfe çıkmak mümkün.

Bir insanın özgeçmişi, bir tık ötenizde!

Evet, doğru tahmin ettiniz

Fotoğraf albümlerimiz artık sadece aile sohbetlerinde değil, aynı zamanda dünya genelinde herkesin gözünün önünde.

Dinimiz de  kişisel mahremiyeti koruma konusundaki hassasiyetine dair bilgi sahibi olsak da, neden böyle eski kafalı düşünelim ki?

Dedemizin o eski fotoğrafını paylaşmanın, onun “hatırasını yaşatma” adına ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz!

Tabii ki, dedelerimizin ve ninelerimizin hayattayken özel yaşamlarını korumayı seçmelerinin hiçbir önemi yok.

Sonuçta, sosyal medya platformları, kişisel mahremiyeti koruma üzerine değil, paylaşma üzerine kurulmuş, değil mi?

Neden onların izni olmadan, sadece “ninem ve dedem” diyerek, bu özel anları dijital dünyaya taşımayalım?

Sonuçta, bir kişinin mahremiyeti, sosyal medya algoritmalarının gözünden mi kaçacak?

Dijital dünyamızda, ölen kişilerin fotoğraflarını paylaşmak, geçmişin mahremiyetini koruma çabasıyla çelişiyor gibi görünüyor.

Nasıl mı?

Geçmişte yaşamış birinin fotoğraflarını, belki de o kişinin kendisinden daha geniş bir kitleyle paylaşıyoruz.

Bu, mahremiyetin yeni bir tanımını yaratıyor:

“Eğer bir fotoğraf sosyal medyada paylaşılmamışsa, sanki hiç var olmamış gibi.”

Sanki dedesi , ninesini  gözünden bile   kiskanmamis gibi   hoyratça sergilenmesi   ne kadar  etik

Her gün sosyal medya akışımızda eski fotoğraflar görüyoruz; kimi zaman neredeyse bir tarih

itabının sayfalarını çeviriyormuş gibi.

Günümüzde sosyal medya, kişisel anıları geniş kitlelerle paylaşmanın olağan bir yolu haline geldi.

Ancak, bu paylaşım pratikleri, özellikle ölen kişilerin mahremiyeti açısından dikkat edilmesi gereken önemli sorunları da beraberinde getiriyor.

Bu bağlamda, “dedemle ninem” gibi özel anıları sosyal medyada paylaşmak, derin bir etik ve dini sorgulamayı gerektirir.

Birçok torun, büyüklerinin fotoğraflarını sosyal medyada paylaşırken, bu kişilerin yaşamış

oldukları dönemdeki mahremiyetlerine yeterince saygı göstermiyor.

Bu değer, sadece hayattaki insanlar için değil, ölenler için de geçerlidir.

Özellikle, hayatta iken büyüklerimiz, kendi özel anlarını ve fotoğraflarını yalnızca yakınlarıyla

paylaşmayı tercih ederken, bu anıların sosyal medyada herkesin erişimine sunulması, onların

mahremiyetinin ihlali olarak görülebilir.

Bu, sadece ölen kişilerin değil, aynı zamanda geride kalan aile üyelerinin de mahremiyetini etkiler.

İslam’ın mahremiyet anlayışına göre, kişilerin özel hayatlarına saygı göstermek, onların izni

olmadan özel bilgileri veya fotoğrafları paylaşmamak, temel bir etik sorumluluktur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde, “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden selamette olduğu kişidir” buyurmuştur.

Bu hadis, başkalarının mahremiyetine saygı göstermenin, Müslümanların sosyal davranışlarının temel bir parçası olduğunu ifade eder.

Sosyal medyada büyüklerimizin fotoğraflarını paylaşırken, onların mahremiyetine duyduğumuz saygıyı da gözetmeliyiz.

Sonuç olarak, sosyal medyada ölen büyüklerimizin anılarını paylaşırken, İslami değerler

çerçevesinde hareket etmek, onların mahremiyetine saygı göstermek ve bu konuda dikkatli olmak önemlidir.

Bu, hem dini sorumluluğumuz hem de toplumsal etik anlayışımız açısından önemli bir adımdır.

Ancak bu paylaşımın mahremiyetle ne kadar örtüştüğü konusunda pek düşünülmüyor.

Sonuçta, bir zamanlar mahremiyetin kalesi olan eski fotoğraflarımız, şimdi “topluluk paylaşımı” adına birer nesne haline geliyor.

Sosyal medyada geçmişe dair fotoğrafların paylaşılması, bazen bu kişilerin mahremiyetini ihlal edebilir.

Dinimiz , bir kişinin izni olmadan özel bilgilerin ve görüntülerin paylaşılmasını, genel etik kurallar çerçevesinde uygun görmez.

Ölen kişilerin, hayattayken bile kendilerini nasıl ifade etmek istediklerine dair bir izni

olmadığından, bu kişilerin anılarını paylaşmanın da dikkatli ve saygılı bir şekilde yapılması gerektiği vurgulanır.

Özellikle, ölen kişilerin fotoğraflarının sosyal medyada geniş bir kitleye sunulması, bu kişilerin

hayattayken korumaya özen gösterdiği mahremiyetin ihlali olarak değerlendirilebilir.

Sonuç olarak, sosyal medya aracılığıyla geçmişin mahremiyetini ele alırken,

Ölen kişilerin anılarına ve mahremiyetine saygı göstermek, sadece dini bir yükümlülük değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur.

Sosyal medya kullanımında bu değerleri koruyarak, geçmişin anılarına hak ettiği saygıyı

göstermek, hem bireysel hem de toplumsal etik açısından önemlidir.

Selam ve dua ile 

ℋ𝒶𝓀𝒾𝓂ℯ 𝒢𝓊𝓁𝓈𝓊𝓂