Résultat de recherche d'images pour "fatiha suresi"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1– Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile.

2, 3, 4- Hamd (yalnızca O’na), âlemlerin Rabbi; Rahmân, Rahîm ve karşılık gününün mâliki olan Allah’a aittir.

5- Yalnız Sana ederiz ibadet ve yalnız Senden dileriz yardım.

6- Hidayet eyle bizi dosdoğru yola;

7- O, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıtanlarınkine değil.

1. “Allah’ın adı ile”: Yani yüce Allah’a ait bütün isimleri anarak başlıyorum. Çünkü buradaki “isim” kelimesi müfred ve muzâf (tamlanan) olarak geçmektedir. Böylece, yüce Allah’ın bütün güzel isimlerini kapsama alır.

“Allah”: O, ma‘bud/ibadet edilen ve me’luh/ilah edinilendir. Tek başına ibadete müstahak olandır. Çünkü ilahlığın gerektirdiği bütün sıfatlara –ki onlar kemal sıfatlarıdır– sahiptir.

“Rahmân, Rahîm”: Yüce Allah’ın her şeyi kapsayan, her canlıyı kuşatan büyük ve geniş rahmet sahibi olduğuna delâlet eden iki isimdir. Allah o rahmetini Peygamber ve Rasûllerine tabi olan takva sahiplerine yazmıştır. İşte bu mutlak rahmet onlar içindir. Onların dışındakiler ise rahmetten sadece bir pay alırlar.

Şunu bilmek gerekir ki ümmetin selefi ve imamlarının ittifakla kabul ettiği kaidelerden birisi de: Allah’ın isimlerine, sıfatlarına ve bu sıfatların hükümlerine iman etmenin zorunluluğudur. Buna göre mü’minler, meselâ:

Yüce Allah’ın Rahmân ve Rahîm isimlerine sahip olduğuna, kendisine rahmet olunan ve rahmete mazhar olanlar ile taallukuna ve kendisi için sıfat olarak rahmet sahibi olduğuna inanırlar.

Bütün nimetler O’nun rahmetinin tecellisidir. İşte diğer isimler de böyledir.

Meselâ “Alîm” ismi ile şöyle denilir: O ilim sahibidir. Bu sıfatı ile her şeyi bilir. O, Kâdir’dir, yani kudret sahibidir ve her şeye güç yetirir.


2. “Hamd (yalnızca O’na)… Allah’ındır”: Bu, yüce Allah’a her türlü kemal sıfatlara sahip oluşu ve ihsan ile adalet dairesinde cereyan eden fiilleri dolayısıyla övgüde bulunmak demektir. Bütün yönleriyle eksiksiz hâlde övgü yalnız O’nundur.

“Âlemlerin Rabbi”: “Rabb”; bütün âlemlerin –ki “âlem” ise Allah’ın dışındaki her şeydir– mürebbisidir/terbiye edicisidir. Onları yaratmış, bir takım aletlerle donatmış, kaybedecek olursa varlıklarının devamına imkân bulamayacakları büyük nimetler bağışlamıştır. Ne kadar nimete sahip iseler hepsi o yüce zâtın vergisidir.

Yüce Allah’ın yarattıklarını (Rabb olarak) terbiye etmesi; genel ve özel olmak üzere iki türlüdür:

  • Genel terbiye: O’nun bütün mahlûkâtı yaratmış olması, onlara rızık ihsan etmesi, onların dünyada kalmalarını sağlayan maslahat ve menfaatlere iletmesidir.

  • Özel terbiye: Dostlarını terbiye etmesidir. Onları iman ile terbiye eder, imana muvaffak kılar ve kemâle erdirir. Kendileri ile imanları arasında engel teşkil eden çeşitli hususları önlerinden kaldırır, bertaraf eder.

Terbiyenin gerçek mahiyeti; her türlü hayra ulaşabilme başarısını ihsan etmek ve her türlü şerden korumaktır.

Belki de Peygamberlerin birçoğunun “Rabb” adını anarak yüce Allah’a dua etmelerinin sırrı budur. Çünkü onların bütün istekleri, Yüce Allah’ın “hususi rububiyet”inin kapsamı içerisindedir.

Buna göre, Yüce Allah’ın; “Âlemlerin Rabbi” buyruğu; tek yaratıcının, idare edicinin, nimet ihsan edenin ve başka hiçbir varlığa muhtaç olmayanın O olduğunu; buna karşılık bütün âlemlerin her çeşit ve her bakımdan tam anlamıyla O’na muhtaç olduklarını göstermektedir.


4. “Karşılık gününün mâliki”: Mâlik, mülk/yöneticilik ve egemenlik sıfatına sahip olan kimse demektir. Bunun sonucu olarak hem emir verir hem yasak koyar, hem mükâfatlandırır hem de cezalandırır; mülkiyeti/egemenliği altında olanlara da her türlü tasarrufta bulunur.

Burada Allah’ın mâlikiyeti, kıyamet günü demek olan karşılık gününe izafe edilmiştir. “Karşılık günü”, insanların hayır ve şer ile işledikleri amellerin karşılığını görecekleri gün demektir. Çünkü bu günde Yüce Allah’ın mülkü/egemenliği, adâleti, hikmeti ve bütün mahlûkatın malikiyetlerinin sona erdiği gerçeği tam anlamıyla ortaya çıkar.

Öyle ki o günde hükümdarlarla yönetilenler, kölelerle hürler eşit olurlar.

Hepsi Allah’ın azameti karşısında zilletle boyun eğerler, izzeti önünde alçalırlar. O’nun amellere vereceği karşılığı beklerler. Sevabını umar, cezasından korkarlar.

İşte özellikle bu günün söz konusu edilmesi bundandır. Yoksa O, din gününün de, diğer bütün günlerin de mutlak mâlikidir.


5. “Yalnız Sana ederiz ibadet ve yalnız Senden dileriz yardım”: İbadetimizi yalnız Sana tahsis ederiz, yalnız ve yalnız Senden yardım isteriz. Çünkü “ma‘mûl”un (Sana) öne gelmesi, “hasr”ı ifade eder. Bu da hükmün söz konusu olan kişi hakkında geçerli olup, onun dışındakilerden nefiy edilmesi demektir.

İfade şöyledir: Biz Sana ibadet ederiz, Senden başkasına ibadet etmeyiz. Senden yardım dileriz, Senden başkasından da yardım dilemeyiz.

Burada ibadetin, yardım dilemekten önce zikredilmesi; hem umum ifade eden sözün husus ifade edenden önce zikredilmesi kabilindendir, hem de Yüce Allah’ın hakkına gösterilen ihtimamdandır.

“İbadet”: Yüce Allah’ın sevdiği ve razı olduğu, zahir ve batın bütün amelleri ve sözleri kapsayan kapsamlı bir isimdir.

“İstiâne” (yardım dilemek): Menfaatleri ele geçirmek, zararları önlemek hususunda –bunları gerçekleştirmekte yalnızca O’na güvenmekle birlikte– sadece Allah’a dayanmaktır.

Yüce Allah’a ibadet etmek ve O’ndan yardım dilemek, ebedi mutluluğun ve her türlü kötülükten kurtulmanın yoludur. Bunları yerine getirmeden kurtulmaya imkân yoktur.

İbadetin ibadet olabilmesi için Allah’ın rızası gözetilerek işlenmesi ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yaptıklarından ve söylediklerinden alınması şarttır. Ancak bu iki özelliği ile yapılan iş ibadet olur.

“Yardım dileme”nin ibadet kapsamına girmekle birlikte daha sonra ayrıca zikredilmesinin sebebi; kulun bütün ibadetlerinde Yüce Allah’tan yardım dilemeye muhtaç oluşundandır. Çünkü Allah kuluna yardım etmeyecek olursa, kul emirlerini yerine getirmek, yasaklardan kaçınmak isteğini gerçekleştiremez.


6. Daha sonra Yüce Allah: “Hidayet eyle bizi dosdoğru yola” diye buyurmaktadır.

Yani, sen bize dosdoğru yolu göster ve onu izleme başarısını bağışla.

“Sırat-ı müstakim” (dosdoğru yol): Yüce Allah’a, O’nun cennetine ulaştıran açık, seçik yoldur. Bu ise, hakka uygun amelde bulunmaktır. O bakımdan, ey Rabbimiz! Sen hem bizi bu yola ilet, hem de bizi bu yol üzerinde sebat ettir.

Bu yola iletilmek, İslâm dinine bağlanmak, onun dışında kalan bütün dinleri terk etmek demektir. Bu yolda hidayet üzere devam etmek ise, hem ilmi bakımdan hem ameli olarak dinin bütün tafsili hükümlerinde hidayet üzere olmayı kapsar.

Öyleyse bu dua, kul için hem en faydalı hem en kapsamlı dualardan birisidir. Bundan dolayı insanın namazının her bir rekâtında Yüce Allah’a bu duayı yapması, ona olan ihtiyacına binaen vacip kılınmıştır.


7. “Kendilerine nimet verdiğin kimselerin”: Yani Peygamberlerin, sıddîkların, şehitlerin, sâlihlerin yoluna;

“Gazaba uğrayanların”: Yani Yahudiler ve benzeri kimseler gibi hakkı bildiği halde terk edenlerin;

“Sapıtanların”: Hristiyanlar ve benzerleri gibi bilgisizlikleri ve sapıklıkları dolayısıyla hakkı terk edenlerin yoluna değil.


Bu sûre oldukça özlü olmasına rağmen, Kur’an sûrelerinden başka herhangi bir sûrenin ihtiva etmediği pek çok hususu kapsamaktadır.

Sûre, üç tür tevhidi içermektedir:

  • Rububiyet tevhidi: “Âlemlerin Rabbi” buyruğundan;

  • Ulûhiyet tevhidi: “Allah” lafza-i celâli ve “Yalnız Sana ederiz ibadet” buyruğundan;

  • İsim ve sıfat tevhidi: Allah’ın kendi zâtı için ve Rasûl’ünün de O’nun için tespit etmiş olduğu, bütün kemal sıfatlarını –ta‘til (iptal), temsil (denk tutma), teşbih (benzetme) söz konusu olmaksızın– kabul etmektir. Buna da, önceden geçtiği gibi “Hamd” lafzı delâlet etmektedir.

“Hidayet eyle bizi doğru yola” buyruğu ise, nübüvvetin kabulünü ihtiva etmektedir. Çünkü risalet olmaksızın bunun gerçekleşmesine imkân yoktur.

Yapılan amellerin karşılığının verileceği ise, Yüce Allah’ın: “Din gününün mâliki” buyruğunda ifade edilmektedir. Amellerin karşılığı ise adaletle verilir. Çünkü “din” kelimesi, adil bir şekilde karşılık vermek anlamındadır.

Ayrıca sûrede, hem Kaderiyye ve Cebriye’nin görüşlerine muhalif olarak kaderin tesbiti yapılmakta, hem de kulun gerçek fail olduğu ortaya konmaktadır

Hatta bu sûre: “Hidayet eyle bizi dosdoğru yola” buyruğunda bütün bid’at ve dalâlet sahiplerinin kanaatlerini reddi de ihtiva etmektedir. Çünkü dosdoğru yol, hakkı bilmek ve gereğince amel etmektir. Her bid’atçi ve sapık ise bunun dışındadır.

Yine sûre, gerek ibadet yönüyle, gerekse yardım dileme yönüyle, “Yalnız Sana ederiz ibadet ve yalnız Senden dileriz yardım” buyruğunda sadece Allah’a halis kılınmayı da içermektedir.

Öyleyse hamd/övgü yalnızca âlemlerin Rabbi Allah’ındır.

Tefsiru’s- Sa’di (Allametu’s-seyh Abdurrahman es – Sa’di)

Allah   ondan razi olsun

Yüce Allah’a hamd-ü senâlar olsun