Şimdi yükleniyor

İyiliği yaymak ve kötülüğü engellemek, yalnızca bireysel bir tercih değil

“Ey mü’minler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.

Çünkü siz usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız.

Bunu da zaten Allah’a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız.

Ehl-i kitap da iman etseydi, elbette kendileri için hayırlı olurdu.

Gerçi içlerinde inananlar da var, fakat onların çoğu dinden çıkmış fâsıklardır.” (Ali İmran, 110)

Kur’an-ı Kerim’in Ali İmran Suresi’nin 110. ayetinde Yüce Rabbimiz, mü’minlere hitap ederek onların, insanlığın iyiliği için gönderilmiş en hayırlı ümmet olduğunu bildirmektedir.

Bu üstünlük, yalnızca bir aidiyetle değil, belirli bir görev ve sorumluluk bilinciyle kazanılmış bir şereftir.

Müslümanlar, bu ayette belirtilen özellikleri hakkıyla taşıdıklarında, gerçek anlamda hayırlı bir ümmet olabileceklerdir.

Îyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak

Bu ayette dikkat çeken en önemli hususlardan biri, Müslümanların iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevine sahip olmalarıdır.

Bu, pasif bir iyilik temennisi değil, aktif bir sorumluluktur.

Müslüman bireyler ve toplumlar, çevrelerinde güzel olanı yaymak, doğruluğu teşvik etmek ve her türlü fenalığın önüne geçmekle yükümlüdürler.

Bu bilinç, sadece bireysel hayatta değil, toplumsal yapıda da hâkim olmalıdır.

Resûlullah (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle müdahale etsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Ancak bu, imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78)

Bu hadis, kötülüklere karşı kayıtsız kalmamamız gerektiğini ve elimizden gelen her türlü iyiliği teşvik etme sorumluluğunu vurgulamaktadır.

İman Esaslı Bir Sorumluluk

Bu görev, herhangi bir beşerî düzenin koyduğu bir ilke değil, doğrudan Allah’a iman edenlerin benimsediği bir sorumluluktur.

Gerçek anlamda iman eden kişiler, bu sorumluluğun bilincinde olarak yaşar ve hayatlarını bu prensiplere göre şekillendirirler.

Müslümanlar, hem kendileri için hem de toplumları için iyiliği hâkim kılmak ve kötülükleri engellemek adına gayret sarf ederler.

İşte bu yönleriyle, ümmet en hayırlı topluluk olarak nitelendirilmektedir.

Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.” (İbn Hanbel, Müsned, 1/314)

Bu hadis, ümmetin hayırlı olmasının ancak başkalarına faydalı olması ile mümkün olduğunu açıkça göstermektedir.

Ehl-i Kitabın Durumu

Ayetin devamında, Ehl-i Kitab’ın iman etmesi hâlinde onlar için daha hayırlı olacağı belirtilmektedir.

Bu vurgu, hakikate ulaşmanın herkes için bir kurtuluş kapısı olduğunu göstermektedir.

Ne var ki, Ehl-i Kitab’ın çoğu bu haktan uzaklaşmış, iman yerine fasık bir yaşamı tercih etmiştir.

Ancak onların içlerinde iman edenler de mevcuttur.

Bu durum, hakikate ulaşmanın herkes için mümkün olduğunu ve insanlara düşen en büyük görevin bu hakikate yönelmek olduğunu hatırlatmaktadır.

Sonuç

Bu ayet, Müslümanlara büyük bir sorumluluk yüklemektedir.

İyiliği yaymak ve kötülüğü engellemek, yalnızca bireysel bir tercih değil, inancın bir gereğidir.

İman edenler, bu bilinçle hareket ettiklerinde, yeryüzünde hayrın temsilcileri ve adaletin savunucuları olacaklardır.

Gerçek anlamda hayırlı bir ümmet olabilmek için, bu sorumluluğun idrakine vararak yaşamak gerekmektedir.

Resûlullah (s.a.v) ümmetinin bu sorumluluğunu şu şekilde ifade etmiştir:

“Benim ümmetim yağmur gibidir. Başlangıcı mı yoksa sonu mu daha hayırlıdır bilinmez.” (Tirmizî, Eşrâtu’s-Sâa, 3)

Bu hadis, ümmetin her döneminde iyiliği yaymaya ve kötülüğü önlemeye çalışan hayırlı insanların olacağını müjdelemektedir.

O halde bizler de bu hayırlı ümmetin bir parçası olmak için elimizden geleni yapmalıyız.

Selam ve dua ile