𝒮ℯ𝓁𝒶𝓂𝓊𝓃𝒶𝓁ℯ𝓎𝓀𝓊𝓂

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.

23 Nisan günü İstanbul’da yaşanan deprem, sadece binaları değil, kalpleri de sarstı.

İnsanlar korkuyla sokaklara döküldü, yürekler endişeyle çarptı.

O an orada olan kardeşlerimizin yaşadığı korku hepimizin içini burktu.

Rabbimizden niyazımız; tüm insanlığı böylesi afetlerden koruması, sabırla sınananlara yardım etmesidir.

Ama bir de başka bir sarsıntı yaşandı: Vicdanlarda.

Evet… Ne yazık ki, öyle bir hale geldik ki artık insanlar sadece inançlarıyla, mezhepleriyle, memleketleriyle değil, oy verdikleri partiyle bile yargılanıyor.

Bir afet oluyor, biri canıyla uğraşıyor, enkazdan çıkmaya çalışıyor, ama birileri hâlâ diyor ki:
“Zaten onlar şu partiye oy vermişti…”

Bu nasıl bir kalp karalığıdır?

Bir insanın siyasi tercihi, onun yaşadığı acıya karşı duyarsız kalma gerekçesi olabilir mi?

Bu ne insafa sığar, ne adalete, ne vicdana, ne de İslam’a…

Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:“Kim bir müminin ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.”(Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 72)

Biz artık ayıp örtmeyi geçtik, afetin ortasında kim hangi partiye oy verdi diye insan tartar olduk.

Halbuki insan Allah’ın kuludur.

Ve kulun hesabı Allah’a aittir.

Oy tercihi yüzünden kimsenin canına, malına, duasına, yardımına göz dikilmez!

Bak bir deprem oldu… Binlerce insan etkilendi.

Kimin kime oy verdiği mi önemli, yoksa kimin el uzattığı mı?

Ekranlardan, sosyal medyadan kimileri bu acı olaya sevinçle yaklaştı. “İyi oldu” dediler. “Hak ettiler” dediler.

O anda yer sallanmadı sadece, vicdanlar da yıkıldı.

Hani bizim peygamberimiz (s.a.v.) taşlandığı Taif’te, Cebrail Aleyhisselam’ın “İstersen bu kavmi helak edeyim” teklifine rağmen ne demişti?“Hayır, belki onların soyundan Allah’a kulluk eden bir nesil gelir.”(Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7)

Biz böyle bir merhametin ümmetiyiz.

Kin ile değil, sabırla.

Öfke ile değil, dua ile karşılık veren bir Resûl’ün izindeyiz.

Peki, ne ara bu çizgiden bu kadar uzaklaştık?

Bir olay yaşandığında, kimi insanlar çıkıyor ve “zamanında dedeleri şöyle yaptı”, “toprağını sattı” diyor.

Bir ülke gözümüzün önünde katliama uğruyor, biri kalkıp “hak ettiler” diyebiliyor

Bir annenin gözyaşı, bir çocuğun korkusu, başkasının keyfine fırsat olabiliyor.

Ve biz buna sessiz kalırsak, bu sadece bir düşüş değil; bir çöküştür.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, diğer uzuvlar da bu yüzden uykusuz kalır ve ızdırap çeker.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

Peki biz, aynı bedenin uzuvları mıyız hâlâ? Kardeşimizin acısına uykusuz kalabiliyor muyuz, yoksa

gözümüzü bile kırpmadan ‘iyi oldu’ diyebiliyor muyuz?

Unutulmamalı ki, İstanbul’da sadece “başkaları” yok.

Ayasofya’da dua edenler, Sultanahmet’te secdeye kapananlar, sabahın erken saatlerinde camide buluşan müminler var.

Orada çocuklar var, dualar var, korkuyla sokağa dökülmüş yüzlerce bebek, kadın, yaşlı var.

Bir şehre, bir halka etiket yapıştırarak hepsini yok saymak hangi imanın, hangi vicdanın

kabulüdür?Allah Resûlü (s.a.v.) buyurur:“Kim bir müslümana musibet geldiğinde onunla alay

ederse, Allah onu o musibetten emin kılmaz.”(Tirmizî, Zühd, 54)

Deprem olmuş, insanlar sokağa dökülmüş, çocuklar ağlamış…

Ve bizden bazıları bu acıya “iyi olmuş” diyebiliyor.

Bu nasıl bir kalp yorgunluğudur?

Bu nasıl bir vicdan tutulmasıdır?

Eskiden, bir köyde biri vefat ettiğinde, komşular üç gün boyunca televizyon bile açmaz, düğün varsa ertelenirdi.
Çünkü yas vardı, saygı vardı, insanlık vardı.

Şimdi üst katta ağlayan bir ev varken, alt katta müzik çalıyor.

Ve kimse rahatsız olmuyor…

Depremler sadece yeryüzünü değil, vicdanlarımızı da sarsmalı.

Çünkü gerçek felaket, kalbin taşlaşmasıdır.

Bu acılar bir imtihandır elbette.

Ama bu sınavlardan geçmenin yolu; birbirimizi yargılamak, dışlamak, sevinmek değil…

Birlik olmak, dua etmek, vicdanla hareket etmektir.

Unutmayalım:

Ayasofya’da secdeye kapanan kardeşimiz de, Hatay’da bir çadırda titreyen çocuk da,
aynı göğe bakıyor. Aynı Rabb’e yalvarıyor.

Hiçbir müminin, başka bir müminin felaketine sevinecek hâli olmamalı.

Hiçbir insan, bir başka insanın korkusuna tebessüm edemez.

Deprem sadece yerin altını değil, kalplerimizin altını da yokluyor.

Ve biz, bu sınavdan dua ile, adaletle, vicdanla geçmeliyiz.

Çünkü başkasının acısına sevinmek, insanlık değil; zillettir.

Ve unutmayalım: Bugün sevinç duyulan bir musibet, yarın kapımızda sınav olarak beliriverir.

Şimdi yeniden kalplerimize dönmenin vaktidir.

Biz rahmetle anılan bir medeniyetin çocuklarıyız.

Bizim için “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir Peygamberin ümmeti olmak, sadece bir kimlik değil; bir sorumluluktur.

Gel, bu sorumluluğu hatırlayalım

Yargılayarak değil, yardımlaşarak sınavı geçebiliriz.

Etiketleyerek değil, empati kurarak iyileşebiliriz.

Ayrıştırarak değil, birleştirerek insan kalabiliriz.

 Acıya ortak olalım.

Dua edelim.

Merhameti yeniden kuşanalım.

Çünkü bu dünya, ancak merhametle ayakta kalabilir. Allah’in izni ile

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽