Şimdi yükleniyor
×

Evde Olmak Neden Bu Kadar Garip Geliyor?

Evde Olmak Neden Bu Kadar Garip Geliyor?

Bazen birileri  çıkıp soruyor  çokça  sorulardan bir tanesidir

“Hep evdesin, sıkılmıyor musun?”

Sanki evde olmak bir eksiklik, bir yoksunlukmuş gibi…

Oysa ben içimden sadece şunu diyorum:

“Rabbimin bana emanet ettiği yuvamdayım. Elhamdülillah.”

Evim benim sığınağım.

Dış dünyanın gürültüsünden uzak, kendi iç dünyamla baş başa kaldığım yer.

Kendimle, Rabbimle olduğum bir mekânda neden sıkılayım ki?

Sabah “Bismillah” diyerek uyanırım.

Namazımı kılar, dua ederim. Bazen bir tefsir, bazen bir hadis kitabı açarım.

Ama ne zaman bunu söylesem, yüzüme hafif bir alayla bakanlar olur.

“Hiç mi sıkılmıyorsun? Gününü nasıl geçiriyorsun?”

Cevap vermek isterim ama biliyorum, çoğuna bu yeterli gelmeyecek.

Çünkü onlara göre hayat = dışarıda olmak.

Sabah Müge Anlı, ardından kadın programları, diziler, tartışmalar… Ve günün sonunda şu cümle:

“Çok sıkıldım ya…”

Ben de artık soruyorum: “Peki siz ne yapıyorsunuz? Her gün her gün nerelere geziyorsunuz?

Engin fikirleriniz evlere sığmıyor mu?

Ve bir de düşünün: Suriye’de evi bombalanmış, yuvası yıkılmış, kapısı olmayan kadınlar

var.  Onlara “evde sıkılmak” nedir diye sorun…

Ev deyince içi yanıyor .

Çünkü onların artık bir evi yok.

Allah  daha iyisini nsip etsin orda ki kardeslerimize de

İşte o zaman anlayabiliriz evin ne büyük bir nimet olduğunu.

 Dört duvar içinde huzurun var ama kıymet bilmiyorsun..

Evde oturmak övünülecek bir şey değilmiş gibi anlatılıyor.

Oysa esas mesele evde olmak değil, evde nasıl yaşadığın.

Televizyonun sesi açık, ama ruhun sessiz.

Instagram’da başkalarının hayatını izliyorsun ama kendi hayatın durmuş.

Zamanı değil, hayatı oyalıyorsun.

Evde olup da sıkılanlar şunu düşünsün:  “Ev mi dar geliyor bana, yoksa iç dünyam mı dağınık?”

Benim ninem derdi ki: “İki insan ev ev dolaşır: Biri dedikoducu, diğeri elek satan

kadınlar.”  En azından elek satanın bir ekmek derdi var.

Diğeri? Düşünmek bile istemem…

Sen nasılsan, evin sana onu yansıtır.

Unutma: Başkasının evinden getirdiğin dedikodu, kendi evine taşıdığın çöptür.

Kusura bakma ama çöple huzur bir arada durmaz.

O yüzden sürekli birilerinden, bir şeylerden konuşan bir evde huzur aranmaz.

Çünkü dedikodu, önce zihni kirletir, sonra kalbi karartır.

Kalbi karanlık olanın da evi aydınlık olmaz.

Yoksa kendi evinizde huzur bulamadığınız için mi dışarı kaçıyorsunuz?”

Ev; sığınaktır, huzurdur, insanın aynasıdır.

Dedikodu programlarıyla dolu bir günün sonunda “canım neden sıkıldı” diye sormak,

şekersiz çay içip “bu neden tatlı değil” demek gibidir.

Bu yüzden evinde ol… ama farkında olarak ol.

Zihnini boş sözlerle doldurup sonra ruhuna huzur bekleme.

Eğer evinde huzur istiyorsan, önce sen huzurlu olmayı öğren.

Unutma: Evde olmak sıkıcı değil, neyle meşgul olduğun belirler hayatının rengini.

Ve asıl ev, dört duvar değil… kalptir.

Kalp mamur olursa, her yer cennete döner.

Rasûlullah (s.a.v.) buyuruyor:

“İki nimet vardır ki, insanların çoğu onların kıymetini bilmez: Sağlık ve boş vakit.”
(Buhârî)

Evdeyiz, şükür ki sağlıklıyız.

Boş vaktimiz varsa, onu Kur’an’la, dua ile, tefekkürle değerlendirmek gerekir.

Yoksa televizyonun gürültüsüne kulak verip, sonra içimizin neden daraldığını sormak bir çelişkiden öte değildir.

Ben kendimi ekranla değil, baska seyelerle  mesgul ederim ayrinca 

Ev gezen insanların evleri hep tertemiz.

Ben mi? Bütün gün evdeyim. Sabah kalk, akşam ol – evdeyim.

Benim evin işi hiç bitmez, arkadaşlar.

Milyon kere o koltuklar yer değiştirmiştir.

Odanın dört köşesi de onların ayak izini bilir artık.

Kocaman masa desen, taşınmaktan yoruldu, neredeyse “beni sabitle artık” diyecek.

Bir “haydi” dedim mi başlarım:

“Şurayı sileyim, bunu buraya alayım…”

Durmak yok. Evde illa ki oyalanacak bir şey bulurum, bulamazsam icat ederim zaten.

Misafirler geldiğinde artık klasikleşmiş tepkileri: “Bu koltuklar burada değildi sanki?”

Haklılar, ama bu artık onlar için bile sıradanlaştı.

Benim içinse ev, sürekli değişen ama hep yaşayan bir yer.

Çiçeklerimle ilgilenirim, kuşlarımı dinlerim, kitaplarımla konuşurum.

Temiz mi? Elhamdullillah tabiki  müze gibi değil.

Yaşanmış, emek verilmiş bir temizlik diyelim.

E uğraş bitmez… ama severek uğraşınca yorgunluk da keyfe dönüşüyor.

Temizlenecek bir evin olması…  Ne güzel bir nimet, biliyor musunuz?

Kulağa yorucu gelebilir belki. Süpürgesi, tozu, bitmeyen işleriyle uğraştırır insanı.

Ama bir düşünün:Başını sokacak bir çatın var, o çatının altında hayat bulmuş eşyaların, anıların,

sevdiklerin var…

Ve her köşesine emeğini verdiğin, varlığınla ısındırdığın bir yuva…

İşte bu, büyük bir nimettir.

Bazen yorgun düşsen de, o işleri bitiremeyecek gibi hissetsen de…

O ev senin sığınağın.

Tozunu alırken, aslında şükür de….

Çünkü herkesin bir evi yok.

Temizliğiyle uğraşacak bir köşesi, içine huzur dolacak bir odası olmayan insanlar da var bu hayatta.

O yüzden yoruluyorsan bile, şükretmeyi unutma:

Temizlenecek bir evin varsa, çok şeyin var demektir.

O kapı, bu kapı gezme 🙂

Selam ve dua ile

You May Have Missed