Ekranlarda parlayan şehirler, yarın unutulmuş birer fon haline geliyor.
Bir dizi tutuyor, bir şehir trend oluyor.
Ama bu hızlı ilginin ardında kalan şey nedir? Gerçek hikâyeler mi, yoksa sadece bol filtreli anılar mı?
Bugün ekranlarda “Uzak Şehir” rüzgârı esiyor.
Yeni bir dizi çıktı, bir anda herkesin dilinde aynı yer: o şehir.
Artık sadece bir coğrafya değil orası. Bir selfie noktası, bir story arka planı, ve ne yazık ki sadece bir “trend”.
Dizi tuttu, sokaklar doldu. Herkes oraya gidiyor
Dizinin geçtiği evi görmek, başrollerin yürüdüğü sokakta yürüyormuş gibi yapmak için.
Ama soralım kendimize: Gidenlerin kaçı o şehri gerçekten tanıyor? Kaçı o taş sokakların tarihine kulak veriyor?
Kaçı, o evlerde yaşanmış hayatları merak ediyor?
“Uzak Şehir”in senaryosu ezberlendi, ama o şehirde doğan bir öğretmenin,
bir sanatçının, bir bilim insanının adı bilinmiyor. Çünkü ilgimiz geçici.
Bir dizilik, bir sezonluk. Gündem kadar kısa ömürlü, reyting kadar yüzeysel.
Bugün “Uzak Şehir”…Yarın başka bir şehir.
Hepsi kısa ömürlü bir ekran süsü.
Ve ardından sessizlik. Bu tanıtım değil aslında, bu bir tüketim şekli.
Kültür değil, dekor izliyoruz.
Gerçek hikâyeleri değil, senaryo kalıplarını takip ediyoruz.
Peki şehre ne kalıyor geriye? Bir dönemlik ilgi…
Ve sonra unutuluş.
Tıpkı geçici bir fırtına gibi: Gürültüyle gelir, geçip gider.
Oysa şehirler dizilerle değil, gerçek değerlerle tanınmalı.
Yoksa her şey sadece bir “sahne dekoru” olarak kalır.
Aziz Sancar… 1946’da Mardin’in Savur ilçesinde doğmuş.
Türk-Amerikalı bir bilim insanı. Nobel Ödülü sahibi.
Evet, yanlış duymadınız: Nobel. Bilim dünyasının zirvesi.
Ama dürüst olalım…
Kaçımız onun adını Nobel aldıktan sonra öğrendik?
Kaçımız “Vay be, Mardin’den de bilim insanı çıkmış” diye şaşırdık?
Düşünsenize… Bir şehir; binlerce yıllık tarihi, kültürü, medeniyet birikimiyle ayakta,
ama biz onu slow motion sahnelerle tanıyoruz.
Mardin, taş evleriyle, camisiyle, kilisesiyle, kardeşliğiyle ders kitaplarında olmalıydı.
Ama biz, onu dramatik bakışlarla tanıdık.
İroni mi? İşte size ironi:
Bir şehir dünya çapında bilim insanı çıkarıyor, ama biz onu tanımak için reyting tablosuna bakıyoruz.
Popüler kültür, ne zaman değerli olanı gölgede bırakacak kadar güçlü hale geldi?
Bu bir sitemdir. Bilime değil. Aziz Sancar’a hiç değil.
O sessizce çalıştı, insanlığa katkı sundu, adını tarihe yazdırdı.
Bu sitem bizlere…
Onun adını bir başlıkta görüp sonra unutan bizlere.
Hiç dedik mi? “Ben Mardin’e Aziz Sancar’ın izini sürmeye geldim.”
Hayır. Onun yerine şöyle dedik: “Dizideki kahve burası mı? Bir poz alayım.”
İşte burada başlıyor popüler kültürün çarpıklığı. Bir dizi geliyor, bir şehri tanıtır gibi yapıyor,
ama aslında tüketiyor. İçini boşaltıyor. Ve sonra çekip gidiyor.
Geriye bol filtreli kareler kalıyor — Ve hiçbir şey öğrenmemiş milyonlar.
Mardin bir fon değildir. Bir dekor hiç değildir.
Bir bilim insanının kök saldığı,gerçek hikâyelerin yaşandığı topraklardır.
Ama bizim belleğimiz…
Ne yazık ki diziler kadar kısa ömürlü.
Mardin’i bir dizi seti değil, bir değerler manzumesi olarak görebilmek dileğiyle…
Bir gün belki,
otobüsler Aziz Sancar’ın izinden gitmek için de kalkar.
Mardin, bir dizinin fonu değil.
Mardin, Aziz Sancar’dır.
Ve bu ülke, sadece kurgu karakterleri değil, gerçek kahramanları da tanımalı.
Çünkü bilim bir ekrandan değil, eğitimle yükselir.
Şimdi soracak olursanız: “Sen de bakmıyor musun bu diziyi?”
Yok, ben o sırada belgesel izliyordum falan demeyeceğim tabii ki!
Kendimi sorguluyorum…
Mardin sadece “Uzak Şehir” dizisinden mi ibaret?
Yoksa o taş sokaklarda, tarihin derinliklerinde gerçek bir hikaye var mı?
Bir yanda ekranlar, bir yanda gerçekler…
Ve belki de sorulması gereken soru şu:
Mardin’i, dizilerde gördüğümüz kadarıyla mı tanıyoruz,
yoksa gerçekten o şehri derinlemesine keşfetmeye mi başladık?
İronik değil mi?
Bir şehir, gerçek kahramanlarıyla tanınmalı.
Ama biz ne yapıyoruz?
Bir dizinin dekoru haline getiriyoruz.
Ve sonra… unutuveriyoruz.
Ama yine de…
Her şeyin ötesinde, gerçek olanı unutmadığımız sürece, ekranlar bir yana, şehirler bir yana…
Eyvallah 🙂