Bir gün, küçücük bir çocuk, kocaman bir acıyla şöyle dedi:

“Büyüyünce seni göstereceğim.”

Bu cümleyi bir çocuktan duyuyorsan, bil ki orada yalnızca bir çocuk konuşmuyordur.

Orada biriken hüzün, içine sindirilmiş öfke, yönünü kaybetmiş bir sevgi, yitip gitmiş bir huzur vardır.

O söz, bir tehdit değil; sessizliğin içinde büyüyen bir feryattır..

“Büyüyünce seni göstereceğim… Ama en çok içimdeki boşluğu.”

Ve ne yazık ki o feryat, çoğu zaman bir yetişkinin çocuğun kalbine ektiği kırgınlıkla dile gelir.

Ne geçer eline?

Bir evlat yetiştiriyorsun… Ama sevgiden değil, kırılganlıktan büyüyor.

Saygıdan değil, hesap sormaktan besleniyor. Anneye ya da babaya değil, geçmişin yarasına sarılıyor.

Sonra diyorsun ki:  “Ben her şeyimi verdim ona.”

Evet… Ama ne verdin gerçekten?

Şefkat mi? Merhamet mi?

Yoksa suçlamalarla örülmüş cümleler, öfkeyle büyümüş sessizlikler mi?

Anne babasınız… Belki aynı evin içindesiniz, ama aynı gönülde değilsiniz.

Belki yollarınız ayrıldı ya da ayrılmak üzere…

Ama bir şeyi unutuyorsunuz:

O evin içinde sizi izleyen, gözlerinizin içine bakan minik kalpler var.

Evlatlarınız…

Oyuncak değil, eşya değil, taraf hiç değil.

Bir çocuğun yüreğine “annen seni sevmez”, “baban seni düşünmez” gibi sözler ekerseniz,

bilin ki kendinizi aklamıyorsunuz…

Sadece o çocuğun kalbini karartıyorsunuz.

O küçücük yürek, annesini severken suçluluk, babasına saygı duyarken korku hissediyor.

Ve büyürken, sizin kavgalarınız değil, onların gölgesinde büyüyen karanlıklar eşlik ediyor ona.

Unutmayın…

Çocuklar sizin tarafınızı değil, sevginizi ister.

Sizi yargılamak için değil, dua etmek için yaratıldılar.

Ve her “Baban şöyle”, “Annen böyle” cümlesi, onların ruhuna saplanmış dikenler gibi iz bırakır.

Zamanla o diken büyür, kimliğini sarar ve sonunda kendi öz benliğini zedeler.

“Büyüyünce seni göstereceğim.”

Bu cümleyi kuran artık bir çocuk değil, yaralı bir kalptir.

O kalp, sizin duygularınızı değil, içinize gömdüğünüz kini taşır.

Peki ne geçer elinize? Bir evlat yetiştiriyorsunuz…

Ama sevgiden değil, kinden besleniyor. Saygıdan değil, intikamdan büyüyor.

Anneye ya da babaya değil, geçmişin yüküne sarılıyor.

Ve bir gün geldiğinde, o çocuk size değil;

Kendi kalbindeki boşluktan hesap sorar.

Çünkü öfkeyle büyüyen çocuk, en çok kendine zarar verir.

İslam’da evlat, bir rahmettir, bir emanettir.

Efendimiz (s.a.v.) buyurur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz.”

Anne babalık, sadece dünyaya getirmek değil; Kalbi korumak, sevgiyi öğretmektir.

Eğer bir çocuğun yüreğine nefret ekerseniz, öfke biçersiniz.

Ama merhamet ekerseniz, insanlık yeşerir.

Evladınızı bir silah gibi kullanmak… “Baban böyle biri”, “Annen şöyle biri” demek…

O çocuğa yapılacak en büyük haksızlıktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:“Bir babanın evladına bırakacağı en güzel miras, güzel terbiyedir.”

Peki biz ne bırakıyoruz?Bir dava mı yetiştiriyoruz?

Yoksa sevgiyle yoğrulmuş bir insan mı?

Eğer çocuğun cümleleri geçmişin acılarını taşıyorsa,

O çocuk artık sizin duygularınızla değil, yaralarınızla büyüyordur.

Unutmayın: Evlatlarınız eşya değil. Kininizi taşıyacak çuvallar değil.

Onlar insan.

Kalbi olan, hayali olan, duası olan insanlar

Ve bir gün büyüdüklerinde şu soruyu soracaklar:

“Benim sevgimi niye çaldınız?”

O gün cevabınız, vicdanınız kadar ağır olacak.

Çocukların kalbi, savaş meydanı değildir.

Orası Allah’ın size emanet ettiği tertemiz bir bahçedir.

Ve o bahçeyi neyle sulayacağınız size kalmış:

Kinle mi, yoksa sevgiyle mi?

Bu yüzden… Evlat iseniz affedin.

Anne iseniz sabredin. Baba iseniz gerektiğinde susun.

Unutmayın:  Sizin suskunluğunuz değil, öfkeniz yankılanır yıllar boyunca…

Onlar birer insan.

Ve her insan gibi, merhametle büyümeyi hak eder.

 

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽