𝒮ℯ𝓁𝒶𝓂𝓊𝓃𝓁𝒶ℯ𝓎𝓀𝓊𝓂

Günümüzde bilgiye ulaşmak her zamankinden daha kolay.

Kitaplar, internet, akademik unvanlar, sayısız bilgi kanalı…

Fakat bu bilgi bolluğu içinde kamil (olgun) insanın sayısı azaldı.

Oysa İslam, sadece bilen insanı değil, bildiğiyle amel eden, ahlaklı, vicdanlı ve faydalı insanı öne çıkarır.

İnsan, kalbi ve aklıyla bir bütündür.

Onun yolculuğu sadece fiziksel değil; bilgiyle, edep ile ve vicdanla yapılan bir iç yolculuktur.

Bu yolculuk derinleştikçe, çevresine bakışı, hakikate olan özlemi ve zulme karşı duyarlılığı da artar.

Lakin bu derinlik, kibirle değil; tevazu, sorumluluk ve rahmetle taşınmalıdır.

Çünkü İslam, ilmin ve ahlakın kemâlini, insanlara hizmetle ölçer.

İnsanın bilgisi arttıkça, cehalete tahammülü azalır.Diye okudum  bir

yerde kibre kapı aralayabilir bu söz , çünkü içinde “ben üstünüm, siz cahilsiniz” gibi bir ima taşıma riski vardır.

Oysa İslam’da kibir en büyük ahlaki tehlikelerden biridir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur:“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.”  (Müslim, İman, 147)

Bu nedenle, insanın bilgili olması onu tevazulu kılmalı, cahil gördüğünü hor görmek değil, onu kazanmaya çalışmak için bir vesile olmalıdır.

Aynı şekilde, kalabalıktan sıkılan biri gururla değil, nezaketle ve merhametle hareket etmeli.

İlim, sadece bilgi yığını değil; karanlıkları aydınlatan bir nurdur.

Kur’an-ı Kerim’de ilim övülür, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağı bildirilir:

Rabbimiz şöyle buyurur: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9)

Bu ayet, ilmin değerini vurgular; ancak bu ilmin ne için kullanıldığı çok daha önemlidir.

Çünkü bilgi tek başına kurtuluş değil, sorumluluktur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “İlim, ancak Allah’tan korkmak içindir.”
(İbn Mâce, Mukaddime, 23)

Yani gerçek ilim, kişiyi takvaya, tevazua, ahlaka yönlendirmelidir.

İlim kibir veriyorsa, insanı üstünlük taslamaya sevk ediyorsa; o bilgi yük değilse nedir?

Gerçek ilim, kalbe hikmet, dile nezaket, davranışa adalet getirir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu hakikati şöyle ifade eder:  “Kim ilim öğrenmek için bir yola girerse, Allah ona cennetin yolunu kolaylaştırır.”  (Müslim, Zikir, 38)

Kamil insan, sadece bilen değil, bildiğiyle yaşayan, insanlara faydalı olandır. Ahlak, vicdan, merhamet ve sabır onun en temel vasıflarıdır.

Efendimiz (s.a.v) buyurur: “Sizin en hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır.” (Buhârî, Edeb, 39)

Bir başka hadiste şöyle buyurur: “İlim üç şeyle ölçülür: İlim, amel ve takva.

Bunlardan biri yoksa, diğerleri noksandır.”

Bu hadis bize şunu gösterir: Bilgi ahlaka dönüşmüyorsa, eksiktir.

Öğrendiğiyle kibirlenen değil; öğrendiğini Allah yolunda yaşayan kişi, kemale erer.

Çünkü bilgi edinmek kolaydır; ama nefsle mücadele etmek, sabırlı olmak, adil davranmak, bağışlayıcı olmak zordur. Gerçek kemal, bu yüksek ahlaki vasıflarla donanmakla mümkündür.

İmam Gazali şöyle der:“İlim bir ağaca benzerse, amel onun meyvesidir. Meyve vermeyen ağaç kuru odun gibidir.”

Bugün birçok kişi çok şey biliyor, ama bu bilgiyle hayatını güzelleştirmiyor.

Kalbini temizlemiyor, dilini düzeltmiyor, çevresine faydalı olmuyor.

İşte bu yüzden, kamil insan olmak, sadece bilgi sahibi olmaktan çok daha kıymetlidir.

İlimle aydınlanan gönül, cehaletin karanlığında kaybolmuş ruhlara acır.

Ancak cehaleti savunan, inadı ilme tercih eden tutumlara tahammül etmekte zorlanır.

Bu, üstünlük hissiyle değil; hakikate duyulan sevgiyle ilgilidir.

Gerçek alim, nefsini değil, Allah’ın rızasını yüceltir.

Ahlak ve Görgü: Kalabalıkta Sükunet Aramak

Görgüsü, edebi ve terbiyesi artan kişi; nezaketin inceliğini taşır.

Sıradan sözler, kaba tavırlar, gürültülü meclisler onu yorar.

Bu yorgunluk, insanları küçümsemekten değil; kalabalıkta kaybolan anlamı ve edebi aramaktan gelir.

Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Müminin mizanında en ağır basan şey güzel ahlaktır.”
(Tirmizî, Birr, 62)

Güzel ahlak, insanın hem kendine hem de çevresine karşı olan duruşunu belirler.

İnsanlarla muamelede sabır, anlayış ve merhamet, bu ahlakın tezahürüdür.

Lakin hoyratlık karşısında geri çekilmek, bazen sükûneti korumak için bir zaruret haline gelir. 

Vicdan: Zulme Karşı Duyarlılıktır

Vicdanı derinleşen insan, adaletsizliğe karşı sessiz kalamaz.

Haksızlık, onu içten içe yaralar. Zira iman, zulme karşı durmayı gerektirir.

Efendimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurur:  “Sizden kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin.

Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”  (Müslim, Îmân, 78)

Gerçek mümin, zulme karşı tarafsız kalamaz.

Hatta zalime dahi merhametle yaklaşır; çünkü onun zulümden vazgeçmesi için dua eder.

Vicdan, yalnızca öfkeyle değil; hikmetle, şefkatle ve adaletle hareket eder.

Dar Zihinli Ortamlarda Nefes Alamamak: Bir Kibir Değil, Bir Arayış

Bazı insanlar ilim, vicdan, nezaket ve derinlik yönünden öyle bir noktaya gelirler ki; yüzeysel konuşmalar, dar kalıplar, boş meclisler onları boğar.

Bu durum, insanları hor görmekten değil, ruhun hakikati, güzelliği ve sükûnu aramasından kaynaklanır.Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Kişi, sevdiğiyle beraberdir.”  (Buhârî, Edeb, 96)

Kalbi hakka bağlı olanlar, hakikatin dostluğunu arar.

Kalbi dünyaya bağlı olanlarla aynı yolda yürümekte zorlanır.

Ancak burada önemli olan, bu farkı kibirle değil, tevazu ile taşımaktır.

Çünkü nefsi temize çıkarmak, Kur’an’da yasaklanmıştır: “Nefsinizi temize çıkarmayın. Allah, kimin sakındığını en iyi bilendir.” (Necm, 53/32)

İlim ve Ahlak Tevazuyla Güzeldir

Bilgili olmak, vicdanlı olmak, nezaketli ve yüksek ufuklu olmak…

Bunlar insana değer katar; ama sadece Allah rızası gözetildiğinde.

İlim, kibri değil, tevazuyu getirirse bereketlidir.

Ahlak, insanı izzetli kıldığı kadar, mütevazı da kılmalıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur:  “Kim tevazu gösterirse, Allah onu yüceltir.”
(Müslim, Birr, 69)

O hâlde bize düşen; bilgiyi yükseklik değil, hizmet vesilesi; vicdanı üstünlük değil, rahmet kapısı;

ahlakı övünç değil, temsil sorumluluğu olarak görmek…

İşte o zaman, hem dünyada huzurlu, hem de ahirette aziz oluruz.

İlmin, Ahlakın ve Vicdanın Tezahürü

İlim arttıkça, insan cehaletin zararını daha çok idrak eder.

Fakat bu, onu başkalarını küçümsemeye değil; merhametle doğruyu anlatmaya sevk etmelidir.

Çünkü Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.”  (Buhârî, Tevhid, 2)

Gerçek bilgi sahibi, Allah’tan gelen hikmeti tanıdıkça, kulluk sorumluluğunu daha çok hisseder.

O, her sözünde nezaket, her davranışında edep taşır.

Edep ve görgü arttıkça, boş konuşulan kalabalıklar kişiyi yorar.

Ancak o, kınamak yerine dua etmeyi seçer.

Çünkü Peygamberimiz (s.a.v) buyurmuştur: “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.”(Dârimî, Mukaddime, 9)

Vicdanı derinleşen bir mümin, haksızlık karşısında içi daralan kişidir.
Zulme sessiz kalmaz.
Efendimiz (s.a.v): “Zulme engel ol; eğer gücün yetmezse, mazlumun yanında dur.”
(Müsned, Ahmed b. Hanbel)

Fakat o, nefsini temize çıkarmaz. Allah’ın lütfuyla doğruyu aramaya çalıştığını bilir.
Zira Kur’an buyurur:“Nefsinizi temize çıkarmayın. Allah, kimin sakındığını en iyi bilendir.” (Necm, 53/32)

Gerçek alim, vicdanlı ve nezaket sahibi insan; vasat ortamda zorlanabilir ama orayı terk etmeden önce, oraya nur taşımayı hedefler.

Çünkü Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”(Buhârî, İlim, 11)

Îslam’ın hedefi, sadece zeki insan değil; takva sahibi, edepli, vicdanlı, sabırlı, erdemli insandır.
Kamil insan, ilmini başkalarına karşı üstünlük aracı olarak değil, hizmet vasıtası olarak görür.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur: “Allah’ım! Faydasız ilimden sana sığınırım.”
(Müslim, Zikir, 73)  Bu dua, hepimizin şiarı olmalı.

Zira faydalı ilim, insanı olgunlaştıran, yumuşatan ve güzelleştiren bilgidir.

Özetle:  İlim sahibi olmak, kişiye değer katar. 

Kamil insan olmak, o ilmi yaşayarak  insanlara değer katmaktır.  

Gerçek mümin, bildiğiyle amel eden kimsedir.

𝒮ℯ𝓁𝒶𝓂𝓊𝓃𝓁𝒶ℯ𝓎𝓀𝓊𝓂

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽