Selamun aleykum….

Dışarıdan bakınca her şey kolay görünür.
“Ne güzel ya, sen İslam’ı yaşıyorsun” diyenler, çoğu zaman sadece görüntüye bakar.
Namaz kılıyor musun?
Başörtün var mı?
Tesettür tam mı?

Tamamdır. “Sen işi çözmüşsün(!)”

Sanki dindarlık sadece kıyafetle, ibadetle ölçülür.

Sanki inanç sadece görünürde yaşanır.

Sanki secdeler hep huzurla doludur…

Sanki herkesin çevresi destekleyicidir, herkesin ailesi anlayışlıdır, herkesin hayatı dua gibi akar.

Sanki biz hepimiz şeyhlerle, âlimlerle, dervişlerle evliyiz.
Sanki bizim çevremiz full takva, hayatımız full huzur, önümüz hep açık…
Yok öyle bir dünya.

İslam’ı yaşamak;

Mükemmel olmak değil, samimi olmak meselesidir.

Hataya rağmen devam etmek,

Eksik hissetsen de vazgeçmemek,

Yalpalasan da geri dönmek bilmemektir.

Kimse bilmez:  O başörtüsünün altında kaç gözyaşı var.

O secdelerde kaç kere kırılmış bir yürek var.

O namazların ardında, kaç defa “dayanamıyorum ama bırakmıyorum” diyen bir can var.

Kimse görmez.

Çünkü içte olan, dıştan görünmez.

Ve çünkü imtihan; tam da görünmeyen yerden vurur insanı.

Kimi sabırla sınanır. Kimi yalnızlıkla. Kimi terk edilişle, kimi alayla.

Kimi “başörtünü çıkar” baskısıyla, Kimi “bu çağda hâlâ namaz mı?” küçümsemesiyle…

Ve bazıları, hiç tanımadığı karanlıkların içinden geçer.

Sarhoş bir babanın evinde sabahlar.

Namaz sesiyle değil, kavgayla uyanır.

Ne ilmihal bilen vardır çevresinde, ne örnek bir Müslüman…

Ama yine de…
İçinde bir yer hâlâ Allah’ı arıyordur.

Belki duasını bilmiyordur ama yüreğiyle konuşuyordur.

Belki camiye gitmemiştir ama vicdanı hâlâ secdededir.

Belki namaz kılmıyordur ama gözyaşlarıyla Allah’a yalvarıyordur.

Ve o kalp…
Riyakârca yapılan nice ibadetten daha kıymetlidir belki de Allah katında.

Bir adım atmakla başlar her şey.

Kusursuz olmayı bekleme.

Tam olduğun hâlinle, tam da şu anki yerinden başla.

Allah senden mükemmellik değil, gayret bekliyor.

Çünkü O biliyor neyle savaştığını.

O görüyor nelerden vazgeçip secdeye geldiğini.

Yusuf gibi kuyudan çıkmadan önce dua et.

Meryem gibi bir hurma ağacının altında tek başına doğumu bekle.

İbrahim gibi ateşe karşı “Hasbünallah” de.

Biliyor musun?

İmanın en güzel hâli, alkışlandığında değil; Yalnız kaldığında da bırakmadığındadır.

Tesettür bir elbise değil, bir direniştir.

Namaz, alışkanlık değil; bir bağlılıktır.

Sabır, sessizliğin içinde yapılan en büyük ibadettir.

Ve bil ki:
İçinde Allah’ı unutmayan bir kalp varsa, sen hâlâ yoldasın.

Gazzeli annenin sofrası gibi…

Yıkılmış duvarlar arasında bile bir masa örtüsüne gösterilen özen varsa,

İman hâlâ diri demektir.

Koca savaşın ortasında bile çocuklarını düzgün giydiren bir annenin,

“Allah bana bakıyor” şuuruyla yaşadığı bir zarafet varsa,

İslam hâlâ yaşıyor demektir.

Ve biz?
“İstiyorum ama yapamıyorum” cümlesine sığınıyoruz.

“Vakit yok, ortam uygun değil” diyerek bekliyoruz.
Ama o gün…

O meşhur “uygun zaman” hiçbir takvimde gelmeyecek.

Çünkü İslam’a başlamak için uygun an değil;

samimi bir kalp gerekir.

Kısacası:  Herkesin imtihanı kendine özeldir.

Sen başkasının perdesine bakarak kendi sahneni değerlendirme.

Ne şartta olursan ol: Bahane değil, niyet üret. Mükemmellik değil, samimiyet yeter.

Ve unutma: Allah Kerîm’dir…  Sen bir adım at,   O sana yolları açar.

Selam  ve dua ile  

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽