Selamunaleykum….

Geçtiğimiz günlerde bir kasabada  misafir  olduk  oturuyoruz.

Söz döndü dolaştı, kasabanın “gençlik meselelerine” geldi.

Evin reisi hafifçe sırıtarak, sanki çok matah bir şey anlatacak gibi:

“Bizim baraj tarafında içki alemleri dönüyormuş. Üniversiteli gençler işte…”

İçimden “işte ne?” dedim.

Yüzüne tiksintiyle baktığımı hatırlıyorum.

Susamadım.

Sinirden  dökülüverdi  cümleler…. “O gençlerin yerinde sizin oğlunuz olsaydı, yine böyle

sırıtacak mıydınız?”

“Ya da kızınız o baraj kenarında tek başına otursaydı…

Bu kadar mı hafif konuşacaktınız?”

Reis hazır cevaptı tabii. Yılların mahalle sohbetleri, boş çay bardakları,

ve  ezber laflarla  yoğrulmuş: “Bana ne ya, annesi babası düşünsün.

Göndermesinler buralara çocuklarını…”

Ardından, sanki anlatılan bir başarı hikâyesiymiş gibi yılışık bir sırıtış.

Ne kadar güzel bir bakış açısı değil mi?

“Benim evladım değil nasılsa.”

İç rahatlatan, vicdan susturan, sorumlulukları kovalayan şahane bir cümle!

Düşünsenize…

Bir barajın kenarında bir genç içki içiyorsa, sorun yok.

Çünkü o sizin evladınız değil.

Kasabanızda gençler suistimal ediliyorsa, mesele yok.

Siz yapmadınız ya!

Eğitim bahanesiyle gelen öğrenciler sömürülüyorsa,

olsun canım, sizin çocuk uzakta, büyük şehirde…

Vicdan mı?

Kapat penceresini, cereyan yapmasın.

Birisi size emanet para verse…

Ne güzel değil mi, aç harca, oh rahat.

Sonra da “Bana ne kardeşim, vermeseydi!” dersin.

Ama evlat?  Evlat para değildir.

Üstelik o çocuk buraya bilgi almaya gelmiş.

Siz ne veriyorsunuz?

Fırsat mı, fuhuş mu, çürüme mi?

Bizim  kıymetli gençleri gece erken yatar, sabah erkenden kalkar değil mi?

Onlar baraj kenarında dua eder, gelen öğrencilere de ahlak öğütleri verir…
(!)
Tabii ya. Ne sandık?

Asıl Sorun Ne Biliyor Musunuz?

Eğitim kurumlarını üniversiteye,

üniversiteyi “müşteri potansiyeline”, öğrencileri “ek gelir kapısına” dönüştürdük.

Küçük şehirlerin çoğu,  kültür değil, ticaret üretiyor.

Bilgi değil, bağımlılık pazarlıyor. Evlat değil, müşteri görüyor.

Ve sonra…  “Benim çocuğum değil nasılsa.”diyerek tüm sorumluluktan yırtmaya çalışıyor.

Bu baraj sizin evladınızı da sürükler bir gün.

Bir  yılbaşı gecesi sizin çocuğunuz da dışarıda kalabilir.

Bugün başkasının, yarın sizinkinin kaderi olur bu olanlar.

Bu dünya sadece sizin kasabanız değil.

Ve hiçbir çocuk sizin “ahlaklı mahalle” mitinizin dışında kalmaz.

 Anne ve Baba!  Çocuğunuza sahip çıkın,  ama onu sadece kendiniz için değil,

toplum için de yetiştirin.

Unutmayın:  “Benim çocuğum değil nasılsa” diyen toplumlar,

yarın hiçbir çocuğu koruyamaz hâle gelirler.

Biz müminiz. Sorumluluğumuz sadece kendi evladımızla mı sınırlı?

Allah Teâlâ buyuruyor:  “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”

(Âl-i İmrân, 3/104) ayette 

Biz müminler, sadece kendi çocuğumuza değil, bütün ümmete karşı sorumluyuz.

Emanete ihanet etmek, sadece verilen parayı çarçur etmek değildir.

Bir kasabaya gelen binlerce genç, bize Rabbimizin yüklediği bir emanettir.

Resûlullah (s.a.v) buyurur:  “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.”  (Buhârî, Cum’a, 11)

Yani sen, kasabanın büyüğüysen,  o çocukların baraj kenarında ne yaptığına sadece seyirci olamazsın.

Yüzüne bir sırıtış yerleştirip dağılmak, çobanlık değil, vurdumduymazlıktır.

Bugün ‘bana ne’ diyenler, yarın ‘neden böyle oldu’ diye ağlar.

Siz “Benim çocuğum değil” dediniz… Ama o çocuk yarın senin oğlunun sınıf arkadaşı olacak.

Sen sahip çıkmadın…  Ama o çocuk bir gün senin kızının öğretmeni olacak.

Sen ilgilenmedin… Ama onun içinde büyüyen boşluk, belki bir gün senin evine zarar verecek.

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız.”

(Müslim, İman, 93)

Biz bir milletiz, bir ümmetiz.  Birbirimize kayıtsız kaldıkça, felaketler de topluca gelir.

 Anne ve baba!

Evladını bir yere gönderirken sadece diploma için değil, insanlık için gönder.

Ve yerel halk, ey kasabalı kardeşim!

Baraj kenarında karanlığa sürüklenen bir genç varsa, o senin çocuğundur.

Kendi evladını kurtarmak istiyorsan, başkasının evladına da el uzat.

Bu ümmet, birbirine emanet edilmiş canlardan oluşur.

Eğer sen, “Benim evladım değil nasılsa” dersen,

bil ki bir gün senin evladın da bir başkasının vurdumduymazlığına terk edilir.

“Kim bir kötülüğü görürse eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle… Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78)

Barajın kenarında günah işleniyorsa,  gülerek geçiştirmek imanın değil, gafletin

göstergesidir.

Bir toplum, başkasının evladını kendi evladı gibi görmedikçe güvende değildir.

Bir şehir, dışarıdan geleni sadece “müşteri” olarak görüyorsa, medeniyet değil, ticarethane olur.

Bir kasaba, fırsatçılığı misafirperverliğin önüne koyuyorsa, eğitim değil, çürüme üretir.

Allah bizleri gafletten değil, adaletten yana eylesin.

Evladımıza sahip çıkmayı değil, ümmete sahip çıkmayı da öğretsin.

Amin.

Cumalarimiz Mubarek berekketli olsun

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽