Selamun aleykum
Bir adam geldi Halid bin Velid’e (r.a.) ve dedi ki:
“Falanca kişi senin hakkında konuştu!”
Halid, dönüp şu cevabı verdi:
“Kendi sayfasıdır, dilediği gibi doldurur.”
Yine bir adam, Ali bin Hüseyin’e (r.a.) koştu ve aynı sözü söyledi:
“Falanca kişi senin arkandan konuştu.”
Sükûnetle baktı o büyük zat, bir kelime etmedi…
Bazıları sessizliğiyle bile terbiye verir.
Söz, dudaktan çıkar; ama bazen hançer gibi saplanır kalbe.
Bir kelimeyle umut yeşerir, bir başka kelimeyle ömür kararır.
Ve biz…
Diliyle kıran, diliyle yıkan, diliyle insan harcayan bir toplum olduk.
Şimdi kendimize soralım:
Konuşurken neyin sesini taşıyoruz?
Hakikatin mi?
Yoksa öfkemizin, egomuzun, içimizde büyüttüğümüz hesapların mı?
Birinin adı geçince içini kin kabartıyorsa… Bir kelimen başka bir kalbi titretiyorsa…
Bir cümlen, bir ömrün onurunu yerle bir ediyorsa…
Dur!
Aynaya değil, diline bak!
Çünkü artık insanın aynası dili olmuştur.
Ey insan! Dilinle cenneti de kazanırsın, cehennemi de…
Bir söz, gönlü alır; bir başka söz, gönlü darmadağın eder.
Unutma: Söz uçmaz… Kalır. İz olur. Hesap olur.
Mevlânâ’nın sözüyle hatırlayalım:
“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbise yok; nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
Ve biz de deriz ki:
Nice kelimeler duyduk, içinde zerre rahmet yok; nice suskunluk gördük, içinde bin dua gizli…
Çünkü susmak bazen en gür sestir.
Çünkü konuşmak marifet değildir, güzel konuşmak marifettir.
Resûlullah (s.a.v.) buyurur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya da sussun.”
Bu kadar açık. Bu kadar keskin.
Başka bir hadisinde şöyle buyurur:
“Kul, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıran bir söz söyler de farkında olmaz. Allah o sözle derecesini yükseltir.
Yine kul, Allah’ın gazabını celbeden bir söz söyler de aldırmaz. Allah da onu o sözle cehenneme atar.”
Demek ki söz, sadece ses değil… Söz, kaderdir.
Söz, ya yaklaştırır Rabb’e… Ya da uzaklaştırır geri dönülmeyecek şekilde.
Kur’ân bizi uyarır: “Birbirinize kötü lakaplarla hitap etmeyin! İmandan sonra fasıklık ne kötü isimdir.” (Hucurât, 11)
Ve hatırlatır: “İnsanın ağzından çıkan hiçbir söz yoktur ki, yanında gözetleyici bir melek hazır bulunmasın.” (Kâf, 18)
Yani her söz kayıttadır. Boş konuşman da, yargılayarak konuşman da…
Her biri yazılıyor, her biri tartılacak bir gün…
O zaman sor kendine: “Benim dilim ne taşıyor? Merhamet mi, kin mi?”
“Sözüm şifa mı veriyor, zehir mi akıtıyor?”
Çünkü unutma: Tatlı dil, güzellik vardir . Sert söz, can yakar.
Sözün ya merhem olur… Ya iz bırakır, kapanmayan bir yara gibi.
Konuşmadan önce dur. Düşün: “Bu söz beni Allah’a yaklaştırır mı, yoksa uzaklaştırır mı?”
Çünkü bir tek söz, insanı ya yükseltir… ya da yakar.
Ve eğer fark ediyorsan ki her cümlen bir kalbi kırıyor…
O zaman artık sus! Ve dilini sorgula.
Hasan-ı Basrî’ye bir gün şöyle dediler:
“Falan kişi senin gıybetini etti.”
Bu sözü duyunca ne öfkelendi ne de kalp kırdı.
Aksine, büyük bir incelik ve hikmetle bir
tabak hurma hazırlattı ve o kişiye gönderdi. Yanına da şu notu iliştirdi:
“Duydum ki iyiliklerini bana hediye etmişsin.
Ben de sana bunun karşılığında bir ikramda bulunmak istedim.
Ne var ki senin hediyene tam denk bir karşılık veremiyorum, beni mazur gör.”
Hasan-ı Basrî’nin tepkisi bize şunu öğretir:
Biri senin gıybetini ettiğinde, aslında sana sevaplarını veriyor.
Çünkü İslam’a göre gıybet, büyük bir günahtır ve kul hakkına girer.
Gıybet edilen kişi, kıyamet günü bu günahın karşılığında gıybet edenden sevap alır.
İşte Hasan-ı Basrî, hurma göndererek bu inceliğe dikkat çekmiştir:
“Bana iyilik verdin, ben de bir şeyle karşılık vereyim.”
Bu kıssa, Müslümanın ahlâkını tanımlar:
Kötülüğe kötülükle değil, iyilikle karşılık vermek.
Hasan-ı Basrî, onu arkadan konuşan kişiye kırılmak yerine onu utandırmadan, nezaketle cevap veriyor.
Bu da gerçek olgunluk ve takvanın göstergesidir.
Bu olay, gıybetin ne kadar çirkin ve insanın sevaplarını nasıl tüketen bir davranış olduğunu da hatırlatır.
Bir başkasını konuştuğumuz her an, farkında olmadan kendi amel defterimizi başkasına yazdırıyor olabiliriz.
Hasan-ı Basrî’nin tavrı bize şunu da söyler:
“Kin tutma, kırılma, gönlünü yük etme. Allah’a bırak.”
Bu yaklaşım hem ruhu arındırır hem de toplumda merhamet ve anlayışı artırır.
Kısacası bu kıssadan şunu anlarız: Bir mümin, kendisine yapılan kötülüğe aynıyla karşılık vermez.
Aksine, anlayışla yaklaşır, affeder ve nezaketle davranır.
İşte gerçek olgunluk ve derin iman da budur.
Allah yar ve yardimcimiz olsun
Selam ve dua ile…