Günümüzde insanlar hakkında düşünceler üretmek, onları etiketlemek, hatta hiç tanımadan hüküm vermek adeta bir alışkanlık haline geldi.
Sosyal medya paylaşımlarından günlük sohbetlere kadar hemen her yerde birileri hakkında konuşuluyor, yorum yapılıyor, dedikodu üretiliyor.
Ancak çok az kişi durup düşünme ihtiyacı hissediyor: “Acaba bilmediğim bir sebebi olabilir mi?”
Hayat, çoğu zaman dışarıdan göründüğü gibi değildir.
Bir insanın davranışını, sözünü ya da suskunluğunu anlamadan onu yargılamak gerçekten adil midir?
Günlük yaşantımızda çoğu zaman başkalarının tavırları hakkında hızlıca fikir yürütürüz.
Oysa Kur’ân, Hucurât Suresi’nin 12. ayetinde “Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır” diyerek bizi uyarır.
İslam’da insanlar arası ilişkilerin temelinde hüsn-i zan, yani iyi niyetli düşünmek vardır. Bir müminin, kardeşi hakkında kötü düşünce taşımaması gerekir.
Çünkü zan; kalpte şüpheyi, dilde dedikoduyu, toplumda ise fitneyi doğurur.
Bu noktada çok anlamlı bir söz kulağımıza çalınıyor: “Kıskanç insanlar ayıp arar.
Cahil insanlar bunu yayar. Aptal insanlar buna inanır.
İnsan olan da ‘Belki bilmediğim bir mazereti vardır’ der ve meseleyi kapatır.”
Bu söz aslında bize dört önemli kavramı hatırlatıyor: Nefs, cehalet, akıl ve merhamet.
Hangisi bizde daha ağır basıyor? Hangisi olmak istiyoruz?
Hepimiz zaman zaman kıskançlık duygusuyla karşılaşmışızdır.
Kıskançlık, şeytanın Hz. Âdem’e secde etmemek için kullandığı bahaneydi. “Ben ondan daha hayırlıyım” dedi.
İşte kıskançlık da böyledir: Kendini üstün görüp, başkasının sahip olduklarını içine sindirememek. Oysa
İslam, kıskanmayı değil, kardeşinin nimetlerine bakıp Allah’tan hayırlısını istemeyi öğütler.
Çünkü Allah birine bir nimet verdiyse, bize düşen onun rızasına razı olmak ve hayırlısını dilemek olmalıdır.
Başkalarının başarısı ya da mutluluğu bazen içimizi sızlatabilir, ama bu duyguyu bastıramayıp dışa kötü
niyetle yansıttığımızda, bu duygu zararlı bir hale gelir.
Kıskanç insanlar çoğu zaman bir başkasının değerini düşürmeye çalışır.
Başarının ardındaki emeği görmek yerine açık ararlar.
Ancak birini küçük düşürmek, bizi büyütmez.
Bir başka olumsuz tutum ise dedikodudur.
Dedikodu, cehaletin en hızlı yayıldığı alandır. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Bir kimse, duyduğu her şeyi söylemesiyle yalancı sayılır” buyurmuştur.
Duyduğumuz şeylerin doğruluğunu araştırmadan konuşmak, hele ki bu sözler birinin onuruna zarar
verecekse, hem kul hakkına girer hem de Allah katında büyük bir vebaldir.
Müslüman, diliyle yıkmaz; inşa eder.
Her duyduğunu yaymak değil, bazen susmak ve dua etmek gerekir.
Cahil insanlar genellikle duydukları şeyin doğruluğunu sorgulamaz. “Duydum ki…”
diyerek başlayan cümleler zamanla varsayımlara dönüşür.
Ne sağlam bir kaynak vardır ne doğruluk.
Ama bu söylentiler hızla yayılır. Çünkü yalanlar heyecanlıdır, doğrular ise sabır ister.
Bir diğer önemli nokta da, her söylenene hemen inanmak.
Kur’an, aklını kullanmayan toplumları eleştirir. A’râf Suresi 179. ayette şöyle denir: “Kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler.
Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” Mümin kişi, her duyduğuna inanmaz.
Düşünür, araştırır, ölçüp tartar. Bilgiyle hareket eder, zanla değil.
Kulaktan dolma bilgilerle değil, adalet ve sorgulamayla hüküm verir.
Çünkü düşünmeden oluşturulan fikirler, zamanla doğruları bastıracak güce ulaşır ve toplumu yanıltır.
Tüm bu olumsuzlukların arasında bazı insanlar vardır ki, onların farkı hemen belli olur.
O insanlar olaylar karşısında hemen yargıya varmazlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v) en zor anlarda bile insanlara mazeret bulmaya çalışırdı.
Bu yüzden müminin ilk düşüncesi şu olmalıdır: “Belki bilmediğim bir sebebi vardır…” Bu düşünce, kalbi temiz tutar.
Çünkü biz insanların niyetini tam olarak bilemeyiz.
Kalpleri yalnızca Allah bilir. “Belki onun bilmediğim bir derdi, sıkıntısı vardır” diyerek
susmak, yargılamamak hem kendimizi hem de karşımızdakini korur.
Bu yaklaşım, insan olmanın özüdür.
Çünkü insan olmak yalnızca nefes almak değil; empati kurmak, anlamaya çalışmak ve
gerektiğinde susmayı bilmektir.
Bu da bilgi, karakter ve vicdan gerektirir.
Her gün birileri hakkında konuşuluyor.
Kimin ne giydiği, neden geç kaldığı, neden gülmediği…
Ama belki o kişinin içi yanıyordu. Belki bir kayıp yaşamıştı, belki de kalbi kırılmıştı.
Biz ise onu anlamak yerine, zanla günaha girdik.
Belki de sadece dua etmemiz gerekiyordu.
Unutulmamalıdır ki, “Mümin, müminin aynasıdır.” Ayna kırık göstermez. Kusur aramaz.
Olduğu gibi yansıtır.
Gerçek mümin de böyledir; kardeşini iyi görmek için bakar, kötü görmek için değil.
Hayatta herkesin bir durduğu yer vardır.
Kimisi kıskanarak küçültür, kimisi sorgulamadan yayar, kimisi de her söylenene inanır.
Ama az sayıda insan vardır ki, onlar sessizce düşünür, anlayışla yaklaşır ve meseleyi içten çözer.
Biz de bu halkalardan hangisinde olduğumuzu fark ettiğimizde, insan olma yolunda ilk adımı atmış oluruz.
Ve belki de artık şu soruyu kendimize sormanın vakti gelmiştir:
“Ben, biri hakkında hemen hüküm vermek yerine, acaba bilmediğim bir nedeni var mı diyebilecek kadar insan mıyım?”
Selam ve dua ile 🙂