Bazı insanlar vardır ki, yalnızca adları bile insana vakar ve adalet hissi verir.

Onların bir bakışı, bir sözü, bir duruşu nice kitaptan daha etkilidir.

Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) işte böyle biriydi.

Halifeydi… Devletin başıydı… Ama en önemlisi, Allah’tan korkan, kuldan utanan bir kalbin sahibiydi.

Bir gün Medine çarşısında dolaşırken, yolun ortasında duran bir adama kamçısıyla işaret etti: “Ortada durma, yolu aç!” dedi.

Kamçı, adamın —Seleme bin Ekvâ olduğu rivayet edilir— elbisesine hafifçe dokundu.

Ufak, önemsiz görülebilecek bir temas…

Seleme ses çıkarmadı, belki fark etmedi bile.

Ama o dokunuş, Hazret-i Ömer’in kalbine dokundu ve orada kaldı.

Aradan bir yıl geçti. Hazret-i Ömer, Seleme’yi yeniden gördü.

Ona yaklaşarak sordu:“Seleme, hacca gitmek ister misin?”

Seleme şaşkın ama sevinçle cevap verdi:

“Evet, isterim.”

Hazret-i Ömer, onu evine götürdü.

İçinde altı yüz dirhem bulunan bir kese verdi:

“Bunları hac yolunda kullan.

Ve bil ki, bu dirhemler sana o gün elbisene değen kamçının karşılığıdır.”

Seleme hayret etti:

“Ey Mü’minlerin Emiri! O meseleyi hatırlamıyorum bile…” dedi.

Hazret-i Ömer’in cevabı ise bir ömür unutulmayacak nitelikteydi:

“Ama ben unutmadım…”🌿

İşte buradan hepimizin alacağı büyük dersler var:

Küçük gördüğün bir hata, Allah katında büyük olabilir.

Kul hakkı, Allah’ın affetmeyeceği tek haktır; ancak kulun kendisi helal ederse kapanır.

İnsan unutabilir, ama vicdan unutmaz.

Gerçek adalet, baskıyla değil, içten gelen sorumlulukla yaşar.

Mazur görülen değil, telafi edilen hatalar kıymetlidir.

Güçlü olmak , insanları ezmek değil; onlara karşı sorumluluk taşımaktır.

Mesele kamçı değildi.

Mesele bir elbiseye değen deri parçası da değildi.

Mesele, vicdanın hassasiyeti, adaletten taviz vermeyen bir kalbin titizliğiydi.

Hazret-i Ömer’in bu davranışı bize neyi gösteriyor?

Bugün insanlar başkalarının hakkını bilerek gasp edebiliyor, kalpleri kırıyor, onurları

zedeliyor; sonra da “Ne olmuş ki?” deyip geçiyor.

Oysa Ömer (r.a.) unutmadı.

Çünkü kalbinde Allah korkusu vardı.

Çünkü biliyordu ki mahşer günü hiçbir makam, mevki veya unvan fayda etmeyecek; orada

sadece temiz bir kalp, alınmış bir helallik ve titreyen bir vicdan geçerli olacak.

Kamçı ucu kadar basit bir temas bile Hazret-i Ömer’in yüreğini sızlatıyordu.

Çünkü adaletin büyüklüğü, küçük şeyleri de önemsemekle başlar.

Çünkü kul hakkı, Allah’ın affetmeyeceği haklardandır; ancak helallikle kapanır.

Seleme olayı unutmuştu, ama Hazret-i Ömer unutmadı.

Çünkü gerçek adalet dış baskıdan değil, iç sorumluluk duygusundan doğar.

Günümüzde insanlar sıkça “Niyetim kötü değildi” ya da “Ben unuttum” diyerek

sorumluluktan kaçıyor.

Oysa bu kıssa bize şunu öğretiyor:

“Mazur görülen değil, telafi edilen hatalar kıymetlidir.”

Ve en büyük ders şudur: Liderlik, insanları ezmek değil; onlara karşı

sorumluluk taşımaktır.

Hazret-i Ömer’in kıssası bize çok şey söylüyor.“Geçmişteki hataları unutmak kolaydır.  Ama helallik alınmadıkça, o hata insanı bırakmaz.”

Öyleyse biz de hayatımızda şunu unutmamalıyız: Bir tebessümle gönül almak, bir özürle helallik istemek küçültmez; bilakis büyütür.

Unutmayalım: Mahşer günü malımızla, makamımızla değil; temiz bir kalp, alınmış bir helallik ve titreyen bir vicdanla kurtulacağız.

Selam ve dua ile