Huzur Sokağı’nın Çocukları ve Bugünün İmtihanı
Kitaplığımı düzenlerken Huzur Sokağı romanı elime geçti.
Sayfalarına gülümseyerek baktım; sanki yıllar sonra karşıma çıkan eski bir dosta bakar gibiydim.
Ne çok severek, ne çok heyecanla okumuştum bu kitabı…
Bu roman yalnızca bir hikâye değildi; bir neslin hayatına yön veren, umutlarına ve inançlarına ışık olan bir eserdi.
Satırlarının ardında sadece kurgusal karakterler değil; cesaret, mücadele ve imanla yoğrulmuş gerçek bir hayat felsefesi vardı.
İşte o satırların arkasında da bir dönemin mücahide kadını, Şule Yüksel Şenler vardı.
Brüksel’e ilk geldiğim yıllarda, tesadüfen elime aldığım Huzur Sokağı romanı hayatıma farklı bir pencere açmıştı.
Aradan bunca yıl geçti…
O günlerde sadece bir kitap okuduğumu sanmıştım.
Oysa ki o satırlar, bir duruşun, bir davanın, bir cesaretin sesiymiş.
O dönemde çocuklara verilen Feyza ve Bilal isimleri, romandaki kahramanlardan etkilenerek tercih edilmiştir;
bu durum, edebiyatın toplumsal yaşam üzerindeki etkisine güzel bir örnek oluşturur.
Bugün eğer bu isimleri duyarsanız, bilin ki onların anne ya da babası mutlaka Huzur Sokağı okumuştur.
O devirde anne babalar gerçekten kitap okuyorlardı.
Bugün ise insanlar çoğunlukla kitap yerine telefonlara ve ekranlara bakıyor, bakiyoruz, 🙁
O zamanlar bir romandan ilham alıp çocuklarına isim verirken, bugün insanlar çoğu zaman vakitlerini dijital dünyada geçiriyor
Huzur Sokağı yayımlandığında büyük yankı uyandırmış, ardından Birleşen Yollar adıyla sinemaya aktarılmıştı.
Ben de kasabamızda Ahmet amcanın sinemasında bu filmi izlemiştim.
Salonun loş ışıkları altında, perdede hayat bulan karakterlerin sevinçleri ve hüzünleri bana öylesine dokunmuştu ki, bir an için kendi hayatımdaki küçük mutlulukları ve kayıpları düşündüm.
Feyza ve Bilal’in yaşadığı aşk ve mücadele, bana insan ilişkilerinin ne kadar kırılgan ama bir o kadar değerli olduğunu hatırlatmıştı
Şule Hanım’ın hayatı köşe yazılarıyla, konferanslarıyla, mücadeleyle ve hatta hapisle geçmişti.
Bir defasında dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, “Sokaklardaki kapalı hanımların öncüleri cezalarını görecektir” demiş, Şule Hanım ise buna karşı cesurca bir mektup kaleme almıştı.
Cumhurbaşkanından Allah’tan ve milletten özür dilemesini istemişti.
Bunun üzerine hapse atılmış, ancak çıkarılan özel affı reddederek 13 ay yatmıştı.
Sebebini ise şöyle açıklıyordu:“Cumhurbaşkanının affıyla kapıdan çıkıp, başım önümde eğik gezmek istemiyorum.”
Böylesine vakur, böylesine dik bir insandı.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki:“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 47/7)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyuruyor:“İnsan öldüğünde, şu üç şey dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye,
kendisinden faydalanılan ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyyet, 14)
Şule Yüksel Şenler’in kendi evladı yoktu ama geride yüzlerce evlat, dua eden gönül bıraktı.
Eleştirel Muhasebe: Herkes İçin hepimiz geçerli
Sıklıkla “Herkes onun ilminin, cesaretinin ve davasının mirasçısıdır” denir.
Ama durup düşünmek gerekir: Gerçekten öyle mi?
İnsanlar bugün, her şeyin çok daha kolay olduğu bir zamanda yaşıyor.
Camiler açık, ilim kaynakları ellerinin altında, tesettür serbest.
Ama bu imkânlara rağmen bazen Şule Hanım’ın cesareti, dirayeti ve tavrı eksik kalabiliyor.
Tesettür bir moda haline geldi; kimlik ve duruş çoğu zaman tavizlerle dolu.
İnancı sadece bir “kişisel tercih” gibi yaşamak, hayatın merkezine koymamak sık görülen bir durum.
Oysa Şule Abla için İslam, hayatın tam kalbiydi.
Nitekim bir hadiste şöyle buyruluyor:“Bir zaman gelecek, insanlar camileri dolduracak; fakat içlerinde (hakiki) tek bir mümin bulunmayacaktır.”(Hâkim en-Nîsâbûrî, Müstedrek, h.no: 8414, senedi sahih)
Maalesef bugün o hadisi adeta yaşıyor gibiyiz.
Camiler dolu ama kalpler çoğu zaman sahici iman ve samimiyetle boş.
Bu manzara, geçmişte inanç ve cesaretiyle örnek olan Şule Yüksel Şenler gibi öncü birini daha da özlemle anmamıza sebep oluyor.
Demek ki bugün herkesin imtihanı, bolluk ve rahatlık içinde dahi imanını ve duruşunu koruyabilmek.
Zorlukların içinde kalmak kadar çetin olmasa da, rehavet ve ihmalin içinde doğru durabilmek de büyük bir sınav.
Şule Yüksel Şenler 28 Ağustos 2019’da Hakk’a yürüdü.
Ardında ne servet, ne makam bıraktı; ama binlerce gönlünde yer etmiş bir iz, dualar ve davasına adanmış bir ömür bıraktı.
Belki kendi evladı yoktu ama arkasında dua eden sayısız evlat bıraktı.
İnsanlar bugün, onun kalemiyle açtığı yolların yolcusu olmayı Rabbimizden niyaz ediyor.
Allah ondan razı olsun, mekânını cennet eylesin. 🌹