Evimizin önü, derme çatma bir baraka gibiydi; tahtadan yapılmış tabaklar, çanaklar, hayatın küçük ama anlamlı izleri…

İşte ninemle dedemin yaşadığı yer burasıydı.

Yeni yapılmış üç göz odalı evler vardı çevrede, kocaman bir hayat saklı her odasında. Ancak üç oda, evlatlarına verilmişti;

odaların küçük pencerelerinden güneş, sessizce içeri süzülürdü.

Îlk oda sadece bir hasır ve tahta bir divanla döşeliydi. İkinci oda hasırsızdı; burası ortanca amcamın odasıydı.

Amcam Hollanda’ya gidince, ninem bu odaya kendi yaptığı sabun kalıplarını sererdi.

Gazetelerin üzerine dizilen sabunlar, kireç kokusuyla karışır, odaya bambaşka bir koku yayılırdı.

Pekmezler, eksiler, bazen un çuvalları…

Bu oda bazen erzak odası olur, bazen bayram kurabiyelerinin tatlı kokularıyla dolar, mis gibi bir bereket havası sarardı etrafı.

Hepsi artık bu dünyadan göçtü; Allah onlara rahmet eylesin.

Ama o anılar, hâlâ ruhumu ısıtır.

Evimizin önündeki portakal bahçesi, kenarlarını erik ağaçları süslerdi.

Yanından su arıkları geçer, mor zambaklar, gül ağaçları ve sardunyalar bahçeyi süslerdi.

Mahallede sadece biz vardık. Bahçe her daim tertemizdi; evin üç hanımı kendi evlerinin önünü süpürdüğü için.

Gün geldi  büyüdüm ve o bahçe, avlu, hatta çıkmaz sokağın temizliği bana kaldı. 47 kilo tıfıl bir çocuk olarak, süpürgeyle uzun saatler geçirdim.

Bahçenin kenarinda  minik bir ev vardı; misafirleri hiç eksik olmazdı.

Yer sofrası her daim hazır, aynı tabaktan yenir, aynı bardaktan içilirdi.

Kimse kimseden çekinmezdi; kalabalığın içinde tek çocuk bendim.

Sonradan kardeşim ve kuzeniim olduysa da, tek çocuk olmanın hem sefasını hem cefasını yaşadım.

Sofrada dedem sık sık sorardı: “Bismillah dedin mi?” Unuttuysam kırmızı yüzle başımı sallar, evet anlamında “Evet” derdim.

Kasabamızda kadınlar ve erkeklerin çoğu besmele çekmeden işe başlamazdı.

Ekmek yapılmadan önce, çamaşır yıkanırken, nar ve üzüm pekmezleri hazırlanırken, kurban kesilirken, dedem ata binerken, ninem inek sağarken…

Besmele hayatın her anındaydı.

Kasabada ilim sahibi insanlar belki azdı, ama besmele unutulmazdı.

Çünkü besmele, Allah’ı anmak, O’nun adıyla başlamak demekti. Bereketin, huzurun ve güvenin kaynağıydı.

Bir anımı paylaşmak isterim:

Brüksel’de dil kursundaydık, öğretmenimiz bizi bir çifliğe götürdü

. Çiftlik deyince herkesin aklına inek, koyun, tavuk gelirdi.

Ama bizim çiftlik ninemlerin evi gibiydi; birkaç keçi, koyun, horoz, yaşlı bir domuz…

Çocuk gözümüzle baktığımızda bile, her köşede hayat vardı.

Bu gördüklerimiz, kasabamızdaki hayatın bir parçasıydı.

Besmele, hayatın her alanında yer almalı.

Çocuklarımıza bunun önemini öğretmeliyiz. Kur’an-ı Kerim’in anahtarı besmeledir.

Besmele, Allah’ı anmak, O’nun adıyla başlamak demektir.

Resulullah’ın hayatında besmele çok geniş bir kullanıma sahipti: Yemeğe başlamadan, su içerken, bineğe binerken, yatağa girerken… Her işin başında besmele vardı.

Ve her besmeleyle başlayan iş, bereketli olurdu.

Kasabamızda insanlar bunu anlamak için özel bir eğitim almadı.

Ama besmele, onların hayatını bereketli kıldı.

Dilimizden düşürmemeli, çocuklarımıza öğretmeliyiz; çünkü besmele, hayata şükretmenin ve Allah’ı anmanın en güzel yoludur.

Okutan, öğreten ve yazdıran Rabbime şükrediyorum.

Selamün Aleyküm