İnsanın varoluş serüveni, aslında mutluluk arayışıdır.
Fakat çoğu zaman bu mutluluğu dış dünyada arar: başarıda, servette, uzak şehirlerde…
Tıpkı define rüyasına kapılan adam gibi.
Oysa insan, yolun sonunda hep şunu anlar: Asıl hazine içindedir.
Bir hikâye anlatılır: Bir adam rüyasında, “Zengin olmak istiyorsan Mısır’a git, orada bir define var” derler.
Adam büyük bir heyecanla yollara düşer. Çölleri aşar, uzak diyarlara varır.
Orada biri ona der ki:
“Asıl hazine senin kendi evinde, kendi mahallende, Bağdat’ta gizli.”
Kendi içini görmeyen, dışarıda avare dolaşır.
Ancak yolculuğun, arayışın, düş kırıklıklarının bir anlamı vardır; çünkü bazen insan, uzağa
gitmeden kendi yakınını göremez.
İnsan da böyledir işte…
Kendi içini tanımadan dışarıda arar,
kendine dönmeden huzuru bulamaz.
Hz. Ali’nin sözü kulaklarımızda çınlar:
“Sen küçük bir zerresin; ama içinde koca bir âlemin sırları gizlidir.”
İnsan, kendini tanıdıkça bu hakikati kavrar.
Mutluluk, sahip olduklarımızda değil; sahip olduklarımıza bakışımızda gizlidir.
Ve işte bu yüzden, küçük şeylerde mutluluğu bulanlar gerçeğe daha yakındır.
Çünkü bilirler ki, hayatın sırrı büyük hazinelerde değil; bir tebessümde, bir bardak çayda, dostane bir sohbettedir.
Mutluluk bir sarayda değil,
sevgiyle söylenmiş bir sözde, bir dostun tebessümünde gizlidir.
Küçük şeylerden sevinç duyanlar, aslında hayatın en büyük sırrını çözmüş kimselerdir.
Asıl yolculuk, kendi içine yapılan yolculuktur.
O yolu bulanlar, hayatın en büyük servetini keşfeder:
Kendi içlerindeki hazineyi.
Selam ve dua ile…