Bu Karşılama biraz ağır geldi

Anne babalar, hayatın her sınavını sabırla aşar.

Ama konu evlat olunca, ne dizde derman kalır ne de gönülde huzur…

İnançlı olan dua eder, tevekkül eder; inancı olmayan çaresizlikle cebelleşir.

Bugünlerde, dünyanın bir ucunda, zulmün gölgesinde büyüyen çocukları konuşuyoruz.

Gazze’deki çocukları…

Açlıkla, korkuyla, bombalarla sınanan o masumları…

Geçtiğimiz günlerde, Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkan gemilere İsrail izin vermedi.

Aktivistler alıkonuldu, yardım ulaştırılamadı. Gazzelilerin acısı ise her geçen gün büyüyor.

İçlerinden biri, bir aktivist, yaşadıklarını şöyle anlattı:“Evet, bize de zulmettiler. Ama mesele bu değil.

Asıl mesele, Gazze’de çocukların, kadınların, yaşlıların ne çektiği. Bizim yaşadıklarımız onların yanında bir hiç.”

Bu söz çok derin.

Çünkü vicdanı olan insan, kendi değil, başkasının acısını hisseder.

O yardım konvoyuna katılan bazı Türk vatandaşlarımız da vardı.

Yardım ulaşamadı, kendileri de aç kalmıslar.

Sonra devletimiz bir uçak gönderdi.

Uçağa bindiklerinde, hostes şöyle demis:“Korkmayın, uçağımız gıdalarla dolu.” Diye müjde vermis

İçlerinden biri sordu: “Çay da var mı?”

Hostes cevap vermis: “Var.”

Adam tekrar sormus: “Bir daha söyle…”

Hostes yine cevaplamıs: “Var.”

İşin espri yönü olabilir belki.Ama ben bu söze takıldım.

Gazze yanarken, bir bardak çay mı?

Çocuklar aç, susuz, korku içinde.

Ve biz, çay soruyoruz.

İnsan düşünmeden edemiyor: Bu kadar derin bir acının içinde nasıl bu kadar yüzeysel bir soru sorulur?

Aynı kişi, “Orada Türk çocukları da İsrail askeri olmuş,” dedi.

Bir asker, Türk olduklarını öğrenince maskesini indirmiş. İsmini söyledi: “E…”

Ben o ismi tanıyorum dedi. Sohbet etti, konuştu.

Bir yandan da düşündüm…

Bu çocuklar bizim çocuklarımız. Belki de bir zamanlar annesi-babası ona şöyle demişti:

“Benim oğlum asker olacak, polis olacak…”

Bu cümle bizde bir meslek değil, bir dua gibidir.

Vatanına hayırlı bir evlat olsun diye kurulur.

Ama o çocuk, bir gün Gazze’de bir silahın ardında duruyorsa… Alllah hidayet  versin.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bir hadisi geldi aklıma.

Savaşta bir sahabi, tam bir düşmanı öldürecekken o kişi “Lâ ilâhe illallah” dedi. Sahabi onun bunu korkudan söylediğini düşünerek yine de öldürdü.

Resûlullah buna çok öfkelendi:“Kalbini yarıp baktın mı? Sen kıyamet günü bunun hesabını nasıl vereceksin?”

Çünkü biz kalpleri göremeyiz. Kimin ne niyetle ne yaptığını sadece Allah bilir.

O yüzden insan büyük konuşmamalı. Sınanmadığı konuda hüküm vermemeli.

Belki E… de utandı. Belki bir an durdu, düşündü. Belki de hâlâ bir umut vardır içinde.

Bizim görevimiz karalamak değil, uyandırmak.

Bir omuz dokunuşu, bir doğru söz belki onu kendine getirir.

Ve evet… Söz değil, şuur önemli.

Gazze’den dönen bir Türk aktivist Samsun Üniversitesi Araştırma Asistanı Emine Güneş, gözyaşları içinde

“Aileme kavuşmak güzel ama bu abartılı karşılama bana ağır geldi” dedi “Abluka kırılana kadar mücadeleye

devam edeceğiz.” Ve ardından ekledi: Gazze’yi unutmayalım.”

İşte bu, duruş meselesi. Bir bardak çayla değil, bir damla vicdanla ölçülür insan.

Unutmayalım: Gazze yanarken, bizim görevimiz sadece konuşmak değil,

hissetmek, dua etmek, uyanmak ve uyandırmak.

Çünkü bir kurşunun hikâyesi, sadece tetiği çekenin değil; sessiz kalan herkesin vebalidir.

Selam ve dua ile 

𝓗𝓪𝓴𝓲𝓶𝓮 𝓖𝓾𝓵𝓼𝓾𝓶 𝓗𝓲𝓬𝓻𝓮𝓽

  • Related Posts

    Herkesin bir kıblesi vardır.

    Read more

    Quelle belle époque vivons-nous, n’est-ce pas ?

    Read more

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir