Esselâmü aleyküm.
Geçen dersimizde “murakabe” kavramını ele almıştık. O derste şöyle demiştik:
Murakabe, kulun Allah’ın onu her an gördüğünü, bildiğini, gözettiğini bilerek yaşamasıdır.
Yani sadece davranışlarımızı değil, kalbimizin içini bile Allah’ın gözetimi altında tuttuğunu fark ederek bir hayat sürmek…
Bugün de bu konuyu daha derinlemesine ele alalım dedik.
Çünkü murakabe, sadece tasavvufî bir kavram değil; Kur’an’ın ve sünnetin merkezinde olan bir bilinç hâlidir.
Murakabe kelimesi, Arapça kökenli olup “gözetmek, denetlemek, kontrol etmek” anlamına gelir.
Tasavvufî bir terim olarak ise kişinin Allah’ın kendisini her an gördüğünü ve gözettiğini bilerek yaşaması, kalbini sürekli bu bilinçle kontrol etmesi anlamına gelir.
Diğer bir ifadeyle murakabe, Allah’ın huzurunda olduğunun şuurunda olarak yaşamak demektir.
“(Allah) gözlerin hain bakışını da, kalplerin gizlediklerini de bilir.”(Gâfir / el-Mü’min, 40:19)
Bu ayet, murakabenin tam kalbidir.
Çünkü burada Rabbimiz sadece dışarıdan görüneni değil, içimizden bile geçeni bildiğini söylüyor.
Yani sadece ne yaptığımızı değil, niyetimizi, bakışımızı, kalbimizin gizlediği her şeyi biliyor.
Bu ne demek?
Gözün bakışı hafif bir şey gibi gelir insana. Ama Allah onu bilir.
Kalpte kıvılcımlanan düşünceler bile henüz dile gelmeden O’nun ilmindedir.
Kimsenin bilmediği planlar, gizli duygular, kalpte taşınan niyetler…
Hepsi O’nun gözetimi altındadır.
İşte bu bilgi, insanda derin bir murakabe bilinci oluşturur:
“Ben her an Allah’ın ilmindeyim.”
Murakabe, sadece dış davranışları değil, kalbin hâlini de Allah’ın görüp bildiğinin farkında olarak yaşamak demektir.
Bu ayet bize diyor ki: “Senin kimseye söylemediğin şeyleri Ben biliyorum.
Gözünün kaçamak bakışını, kalbinde gizlediğin korkuyu, kıskançlığı, samimiyeti ya da riyayı…”
Dersde konuşurken şu cümle çok hoşumuza gitmişti: “Murakabe, içimize bile Allah’ı şahit bilerek yaşamaktır.”
Bu ayetle bu söz birebir örtüşüyor.