Selamun aleykum
Namaz, bir kulun Rabbine en yakın olduğu, dünyadan birazcık uzaklaşıp ahireti hissettiği yerdir.
Her hareketin, her kelimenin anlamı derindir.
İşte o anlamlı anlardan biri de rükûdur.
Secdeye varmadan önce yapılan bu eğilme, aslında sadece bedensel bir hareket değildir.
Kalbin, bedenin ve dilin birlikte tazimidir — yani Allah’a derin bir saygı ve teslimiyettir.
Namazda okuduğumuz ayetlerden sonra, kalbimizde imanla, dilimizde tekbirle eğiliriz rükûya.
Bu sadece bir eğilme değil aslında…
Bu, benliğimizi, gururumuzu, dünyalık kaygılarımızı bırakıp Yaratıcımızın huzurunda boyun eğiştir.
Düşünsene, günlük hayatta kimsenin karşısında eğilmeyiz kolay kolay…
Ama Rabbimizin karşısında gönüllü olarak eğiliyoruz.
O an aslında hem bedenimizle hem kalbimizle diyoruz ki:
“Ey Rabbim! Sen yücesin, ben ise acizim.
Sana secde etmeye hazır bir kulum.”
Kalbin Tazimiyle Başlar Her Şey
Rükûya varmadan önce, insan önce kalben eğilir.
Çünkü gerçek kulluk kalpte başlar.
Kalbin tazimi demek, kişinin iç dünyasında şöyle demesidir:
“Ben Rabbimin huzurundayım.
O her şeyi bilir, görür, işitir. O sonsuz büyüktür, ben O’nun aciz kuluyum.”
İşte bu düşünce, rükûyu anlamlı kılar.
Eğer kalpte bu saygı ve teslimiyet yoksa, yapılan hareket sadece bir eğilmeden ibaret kalır.
Ama kalp tazimle doluysa, işte o zaman o rükû bir kulluk nişanesine dönüşür.
Azaların Tazimi: Bedenin Huşûsu
Kalp teslim olmuşsa, sıra bedene gelir. Yani azaların tazimi…
Rükûda sırtın düz olması, ellerin dizlere konulması, başın ne yukarıda ne aşağıda olması —
bunlar sadece fiziksel kurallar değil; hepsi birer saygı işaretidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur ki:“Kişi rükû ettiğinde sırtı düz olmalı, Rabbi için teslim olmuş bir bedenle eğilmelidir.”
Yani bedenimiz de “Ben Rabbimin huzurundayım” der gibi olmalıdır.
Sadece kalp değil, vücudumuz da ibadetin farkında olmalı.
Göz sağa sola kaymaz, eller usulca dizlere yerleşir, her uzuv yerini bilir.
Çünkü bu, Rabbin huzurudur.
Dilin Tazimi: Anlamlı Sözler
Rükûda bir de dilimiz konuşur. Ama boş sözlerle değil, bilinçli bir tesbihle:“Sübhâne Rabbiye’l-Azîm”
(Yüce Rabbimi tüm eksikliklerden tenzih ederim.)
Bu sadece ezberlenmiş bir cümle değil aslında.
Kalp inanır, dil söyler, beden huşû ile eğilir.
İşte bu üçlü birleşince gerçek bir rükû ortaya çıkar.
Dilin tazimi, anlamadan değil; hissederek söylemekle olur.
Çünkü Rabbine övgü sunan bir dil, aynı zamanda kalbin yansımasıdır.
Rükû: Zillette Değil, İzzette Bir Eğiliş
Düşün… Günlük hayatta birinin önünde eğilmek, zayıflık gibi görünür
Ama Allah’ın önünde eğilmek, aslında izzetin ta kendisidir.
Çünkü biz, kudretin sahibine boyun eğiyoruz.
Ve bu eğiliş, bizi yükselten bir eğiliştir.
“Rükû eden bir baş, başka hiçbir gücün önünde eğilmez.”
Bu söz ne kadar da derin bir hakikati taşır
Rükû, namazın sadece bir bölümü değil; kulluğun özüdür. O an;
-
Kalbin tazimiyle huşû yaşanır,
-
Azaların tazimiyle beden saygı gösterir,
-
Dilin tazimiyle Allah yüceltilir.
Bu üçü bir araya geldi mi, rükû artık sadece bir eğilme değil, bir dua, bir teslimiyet, bir vuslat olur.
Rükûya varırken sadece bedenimizi değil, kalbimizi ve dilimizi de beraber secdeye hazırlıyoruz aslında.
Çünkü kulluk, sadece şekille değil, anlamla kıymet kazanır.
Neden Bu Kadar Önemli?
Rükû, namazın farzlarındandır.
Yani onsuz bir namaz eksik kalır.
Ama sadece şeklen yapılması değil, içinde taşıdığı anlamla beraber yapılması gerekir.
Rükû, kulluğumuzu derinden hissedebileceğimiz bir andır.
Orada sadece belimizi değil, kalbimizi de eğmeliyiz.
Rükû, sadece bir eğilme değil, bedenle yapılan bir dua gibidir.
Secdeye giden yolun ilk adımıdır.
Ayaktayken kalbimizle okuduklarımız, rükûda bedenimizle huşuya dönüşür.
O an nefsimiz de, kalbimiz de, aklımız da aynı hizaya gelir.
Rükû, bize kul olduğumuzu hatırlatır.
Güçlü olduğumuzu sandığımız anlarda, Rabbimizin kudreti karşısında ne kadar muhtaç ve küçük olduğumuzu gösterir.
Tekrar yaziyorum : O boyun eğiş, aslında bir zillet değil, tam aksine izzettir.
Çünkü Allah’a eğilen baş, başka kimsenin önünde eğilmez…
Selam ve dua ile