Her sabah yeniden başlıyor hayat. Güneş doğuyor, dünya dönüyor, insanlar bir telaş içinde…
Ve her gün, gökyüzünden bir çağrı yükseliyor: “Haydi felaha!”
Yani: Kurtuluşa gel. Ama biz bu çağrıyı kaç kez duymuyoruz farkında mısın?
Namaz… Sadece bir ibadet değil. O, Allah’ın emri.
İslam’ın beş temel direğinden biri. Bir farz.
Tıpkı oruç gibi, zekât gibi, hac gibi… ama hepsinden daha sık emredilen,
Her gün, beş kez boynumuza yazılan bir borç.
“Namaz dinin direğidir. Onu terk eden, dini yıkmış olur.” (Beyhaki, Şuabu’l-İman)
Bu hadis, işin ciddiyetini anlatıyor aslında.
Çünkü direksiz bir bina nasıl ayakta kalmazsa, namazsız bir din anlayışı da sağlam durmaz.
İnsan ne kadar iyi niyetli olursa olsun, eğer farz olan bir şeyi bile bile terk ediyorsa, bu hafif bir mesele değildir.
Namazı Terk Etmek Sadece “Kötü Alışkanlık” Değildir
Çoğu zaman şöyle denir: “Namaz kılmıyorum ama kalbim temiz.”
Oysa namaz kalbi temizleyen bir ibadettir. Onu terk etmek, sadece bir ihmalkârlık değil;
Allah’ın açık bir emrine karşı gelmektir.
“Kişiyle şirk ve küfür arasında duran şey namazı terk etmesidir.”(Müslim, İman 134)
Bu hadis, her kalbi ürpertmeli. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), namazı terk edenin iman sınırında dolaştığını söylüyor.
Yani mesele sadece “kılmadım” değil, “Kılmamayı önemsememek”, “Umursamamak”,
“Sanki vacip değilmiş gibi davranmak” — işte tehlike burada.
Hesap Günü İlk Soru: Namaz Bir gün her şey bitecek.
Perde kapanacak.
Ve hepimiz Rabbin huzurunda tek tek hesap vereceğiz.
İlk soru ne olacak, biliyor musun? “Kulun kıyamet günü ilk sorguya çekileceği amel namazdır. Eğer namazı düzgünse, diğer amelleri de düzgün olur. Bozuksa, diğerleri de bozuk olur.”
(Tirmizi, Salat 188)
Yani namaz, sadece bir ibadet değil — tüm amellerimizin anahtarı.
Kabul görüp görmeyeceği bir nevi ölçü.
Evet, Namaz Zordur… Ama Terk Etmek Daha Zordur
Kabul edelim… Sabah uyanmak zor.
Gün içinde dünya meşgalesi çok.
Ama iman kolay olanı değil, doğru olanı seçmektir.
Namazı kılmak bir zorluktur. Ama onu terk etmenin getirdiği manevî kayıplar,
ahiretteki pişmanlıklar, kalpteki boşluklar,
çok daha büyük bir yüktür.
“Kulun Rabbi’ne en yakın olduğu an, secde anıdır.”(Müslim, Salat 215)
Secde… Alnımız yerde ama kalbimiz göklerde.
Dünyanın yükünü omuzdan bırakmak gibi.
Kırıldığın an, yalnız hissettiğinde, çıkmazdayken ya da sebepsizce boşlukta kaldığında…
Namaz, ruhun nefes alması için bir kapı aralar.
Ama bu kapıyı bazen ihmal ediyoruz.
Yorgunluktan, unutkanlıktan, bazen de içimizdeki boşluktan.
İnsan bu… Kopabilir, uzaklaşabilir.
Ama en güzeli şu ki: Her zaman dönebilir.
“Bizi dünyadan ayıran şey namazdır. Kim namazı terk ederse, bizim yolumuzdan değildir.”
(Tirmizi, İman 9)
Bu hadis kulağa sert gelebilir ama aslında bir sevgi çağrısıdır.
“Yoldan sapma,” der gibi. “Rabbini unutma, çünkü o seni hiç unutmuyor.”
Namazı terk etmek, bazen bir anda değil… Günbegün olur.
Önce “bugün kılmasam da olur” der insan.
Sonra “yarın başlarım”…
Derken gönülden silinmeye başlar.
Ama her vakit, yeniden başlamak için bir fırsattır.
Her ezan, bir çağrıdır:
“Gel.”
🌱O Halde Ne Yapmalı?
Kendi nefsimize şöyle diyelim: “Ey nefsim… Namazı terk etmekte değil, terk ettiğin namazda kaybettiklerinde kork.
Çünkü Allah seni günde beş kez huzuruna çağırıyor.
Ve sen her defasında ‘Sonra…’ diyorsun.
Peki ya o ‘sonra’ hiç gelmezse?”
Bugün bir vakitle başla. Gecikmiş olabilirsin, ama Allah geç kalanları da bekler.
Kapısı hep açık. Yeter ki yönel.
Namaz bir farzdır. Farz, kulun Allah’a karşı boynundaki borçtur.
Ve borcunu ödemeyen, gün gelir mahcup olur.
İşte mesele bu.
İncitmeden ama gerçeği saklamadan söylemek gerek:
Namazı terk etmek, imanla oynanan bir oyundur.
O yüzden her ezan, bir uyarıdır.
Her vakit, bir şanstır.
Ve her secde, bir af dileyiştir.
Selam ve dua ile
<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
Esselâmu aleyküm
Gelin bugün hep birlikte, içimizi dürüstçe yoklayalım.
Hayatın koşturmacasında zaman zaman aksattığımız, gafletle kıldığımız, bazen ertelediğimiz…
ama aslında ruhumuzun en çok ihtiyaç duyduğu bir meseleyi konuşalım: namazımızı dosdoğru kılmak.
Evet, belki namaz kılıyoruz
. Belki beş vakti tutturuyoruz ama ya huşû?
Ya dikkat? Ya vaktine riayet?
Namazı sadece bir görev gibi geçiştirdiğimiz, aklımız başka yerdeyken sadece bedenimizi secdeye koyduğumuz
olmuyor mu? Oluyor…
Ve biliyoruz ki bu hâl, sadece birimizin değil, hepimizin hâli zaman zaman. İşte bu yüzden bu konuyu
konuşmaya, dertleşmeye, birbirimize hatırlatmaya ihtiyacımız var.
Rabbimiz Ne Buyuruyor?
Kur’an’da Rabbimiz Maûn Suresi’nde şöyle buyuruyor:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarından gafildirler.”
(Maûn, 4-5)
Dikkat ediyor musunuz kardeşlerim?
Ayet, namaz kılmayanları değil, namaz kıldığı hâlde gaflette olanları uyarıyor.
Yani bizleri…
Namaz kılıyoruz ama kalbimiz orada değilse, vaktine önem vermiyorsak, bilerek geciktiriyorsak, bu uyarı doğrudan bize…
Hepimize…
Dosdoğru namaz, sadece rükû ve secdeden ibaret değil.
O, kalbimizi Rabbimize bağladığımız, dünya telaşını geride bıraktığımız bir yakınlık hâlidir.
Bir randevudur. Rabbimizin bizi günde beş defa çağırdığı, “Gel, her şeyi bırak ve sadece Benimle ol” dediği bir buluşmadır.
Ama biz ne yapıyoruz? Bazen namazı erteleyip duruyoruz. Bazen çok acele kılıp bitiriyoruz.
Bazen okuduğumuz sûrelerin anlamını dahi düşünmüyoruz.
Bazen de sadece “kılmış olmak için” kılıyoruz…
Bunları söylerken kimseyi suçlamıyoruz.
Çünkü bu sözler bize… hepimize…
Namazı Terk Etmenin veya Aksatmanın Tehlikesi
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:“Kişi ile küfür arasında sadece namazı terk etmek vardır.”(Müslim, İman 134)
Bakın ne kadar sarsıcı bir uyarı bu…
Namaz, dinin direği… O direk giderse, bina çöker.
O yüzden namazı tamamen terk etmek nasıl büyük bir tehlikeyse, onu bilerek ve sürekli olarak aksatmak da kalbimizi karartan bir gaflet hâlidir.
Ve en kötüsü, bu hâle alışmamız…
Tıpkı susamış birinin susuzluğa alışması gibi…
Peki Ne Yapabiliriz?
-
Öncelikle her birimiz kendi kalbimize dönmeliyiz. Suçlayarak değil, sorgulayarak…
-
“Ben bu namazı gerçekten Allah için mi kıldım?” sorusunu sormalıyız kendimize.
-
Namazı hayatımızın kenarında değil, merkezinde tutmalıyız.
-
Birbirimize destek olmalıyız. Evde, iş yerinde, arkadaş çevremizde, “Hadi namaz vakti!” diye birbirimizi tatlı bir dille hatırlatmalıyız.
-
Çocuklarımıza, gençlerimize namazı sevdirmeliyiz.
-
Korkutarak değil, anlatarak…
-
“Yanmamak için değil, yakın olmak için” kıldığımızı göstermeliyiz.
Küçük Bir Dua
Rabbim, bizleri gafletle kılınan namazlardan muhafaza etsin.
Namazı sadece şekliyle değil, ruhuyla kılabilenlerden eylesin.
Bizleri namazla diriltsin, namazla terbiye etsin, namazla huzur buldursun. Âmin.
Namaz, bize Rabbimizin armağanıdır.
Biz ona layıkıyla yaklaşamasak da, o kapı her zaman açık.
Namazı terk ettikse, geri dönelim.
İhmalkâr davrandıysak, tevbe edelim.
Zayıf kılıyorsak, güzelleştirmeye niyet edelim.
Çünkü ne olursa olsun, Rabbimiz kullarına karşı çok merhametlidir.
Onun rahmeti, bizim hatamızdan büyüktür.
Hep birlikte yeniden niyet edelim:
“Namazlarımızı sadece kılmak için değil, Allah’a yaklaşmak için kılalım.”🌱
Selamun aleykum cümleten Allah’a emanet olsun
Selamün aleyküm,
Bugün biraz secdeden konuşalım. Alnın yere değdiği, kalbin arşa yükseldiği o anın kıymetinden…
Secde, namazın zirvesidir.
Kulun Rabbi’yle en yakın olduğu andır.
Neden mi? Çünkü insan, yaratılmışların en şereflisi olarak alnını yere koyar.
Kendi acizliğini kabul eder, sonsuz kudret sahibine tam bir teslimiyetle yönelir.
Efendimiz Muhammed Mustafa ﷺ şöyle buyurmuştur:
“Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde hâlidir. O halde secde hâlinde bol dua edin.”
(Müslim, Salât, 215)
Ne kadar sade ama derin bir söz… Dua etmek için, içini dökmek için, Rabbine yaklaşmak için en uygun an: Secde anı.
Secde sadece fiziksel bir hareket değil, bir kalp duruşudur aslında. İçten gelen bir teslimiyetle yere kapanmak… Bir nevi dünyayı arkada bırakıp, sahibine dönmektir.
Kur’an-ı Kerîm’de Rabbimiz buyurur:“Secde et ve yaklaş.” (Alak Suresi, 19)
Bu kısa ayet, secdenin anlamını öyle güzel özetler ki…
Kul, secde ettikçe Rabbe yaklaşır. Kalp temizlenir, ruh hafifler.
Peygamber Efendimiz ﷺ’in secdeleri de bunun en güzel örneğidir. Sahabeler anlatır:
“Öyle secde ederdi ki, sanki bir daha kalkmayacak sanırdık. Sessizdi, derin düşünceli, tam bir teslimiyet içinde…”
(Ebû Dâvûd, Salât, 169)
O secdede dua vardı, ümmet vardı, aşk vardı… Bir secde, bir ömre bedeldi.
Ve yine bir müjde:“Kim Allah için bir secde ederse, Allah onun derecesini bir derece yükseltir ve bir günahını siler.”(İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 19)
Ne güzel bir karşılık… Bir secdeyle hem yükselmek, hem arınmak…
Secde, aynı zamanda kibri yok eder.
Şeytan secde etmediği için kovulmuşken, bir mümin secde ettikçe yücelir.
Çünkü secdede ego yoktur. Gurur yoktur.
Sadece teslimiyet vardır.
Namaz kılan bir mümin için her secde bir dua kapısıdır.
Alnını toprağa koyarken kalbi semaya döner. “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” derken, Rabbi’ni noksan sıfatlardan tenzih eder, en yüce olanı zikreder.
Her secde, bir iç huzur. Her secde, bir affediliş. Her secde, bir kapı…Ümit ederiz Rabbi”den
Secdelerin huzur bulduğu, duaların kabul edildiği bir hayat temennisiyle…
Rabbim, secdelerde buluşmayı nasip eylesin.
Selamun aleykum
Namaz, bir kulun Rabbine en yakın olduğu, dünyadan birazcık uzaklaşıp ahireti hissettiği yerdir.
Her hareketin, her kelimenin anlamı derindir.
İşte o anlamlı anlardan biri de rükûdur.
Secdeye varmadan önce yapılan bu eğilme, aslında sadece bedensel bir hareket değildir.
Kalbin, bedenin ve dilin birlikte tazimidir — yani Allah’a derin bir saygı ve teslimiyettir.
Namazda okuduğumuz ayetlerden sonra, kalbimizde imanla, dilimizde tekbirle eğiliriz rükûya.
Bu sadece bir eğilme değil aslında…
Bu, benliğimizi, gururumuzu, dünyalık kaygılarımızı bırakıp Yaratıcımızın huzurunda boyun eğiştir.
Düşünsene, günlük hayatta kimsenin karşısında eğilmeyiz kolay kolay…
Ama Rabbimizin karşısında gönüllü olarak eğiliyoruz.
O an aslında hem bedenimizle hem kalbimizle diyoruz ki:
“Ey Rabbim! Sen yücesin, ben ise acizim.
Sana secde etmeye hazır bir kulum.”
Kalbin Tazimiyle Başlar Her Şey
Rükûya varmadan önce, insan önce kalben eğilir.
Çünkü gerçek kulluk kalpte başlar.
Kalbin tazimi demek, kişinin iç dünyasında şöyle demesidir:
“Ben Rabbimin huzurundayım.
O her şeyi bilir, görür, işitir. O sonsuz büyüktür, ben O’nun aciz kuluyum.”
İşte bu düşünce, rükûyu anlamlı kılar.
Eğer kalpte bu saygı ve teslimiyet yoksa, yapılan hareket sadece bir eğilmeden ibaret kalır.
Ama kalp tazimle doluysa, işte o zaman o rükû bir kulluk nişanesine dönüşür.
Azaların Tazimi: Bedenin Huşûsu
Kalp teslim olmuşsa, sıra bedene gelir. Yani azaların tazimi…
Rükûda sırtın düz olması, ellerin dizlere konulması, başın ne yukarıda ne aşağıda olması —
bunlar sadece fiziksel kurallar değil; hepsi birer saygı işaretidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur ki:“Kişi rükû ettiğinde sırtı düz olmalı, Rabbi için teslim olmuş bir bedenle eğilmelidir.”
Yani bedenimiz de “Ben Rabbimin huzurundayım” der gibi olmalıdır.
Sadece kalp değil, vücudumuz da ibadetin farkında olmalı.
Göz sağa sola kaymaz, eller usulca dizlere yerleşir, her uzuv yerini bilir.
Çünkü bu, Rabbin huzurudur.
Dilin Tazimi: Anlamlı Sözler
Rükûda bir de dilimiz konuşur. Ama boş sözlerle değil, bilinçli bir tesbihle:“Sübhâne Rabbiye’l-Azîm”
(Yüce Rabbimi tüm eksikliklerden tenzih ederim.)
Bu sadece ezberlenmiş bir cümle değil aslında.
Kalp inanır, dil söyler, beden huşû ile eğilir.
İşte bu üçlü birleşince gerçek bir rükû ortaya çıkar.
Dilin tazimi, anlamadan değil; hissederek söylemekle olur.
Çünkü Rabbine övgü sunan bir dil, aynı zamanda kalbin yansımasıdır.
Rükû: Zillette Değil, İzzette Bir Eğiliş
Düşün… Günlük hayatta birinin önünde eğilmek, zayıflık gibi görünür
Ama Allah’ın önünde eğilmek, aslında izzetin ta kendisidir.
Çünkü biz, kudretin sahibine boyun eğiyoruz.
Ve bu eğiliş, bizi yükselten bir eğiliştir.
“Rükû eden bir baş, başka hiçbir gücün önünde eğilmez.”
Bu söz ne kadar da derin bir hakikati taşır
Rükû, namazın sadece bir bölümü değil; kulluğun özüdür. O an;
-
Kalbin tazimiyle huşû yaşanır,
-
Azaların tazimiyle beden saygı gösterir,
-
Dilin tazimiyle Allah yüceltilir.
Bu üçü bir araya geldi mi, rükû artık sadece bir eğilme değil, bir dua, bir teslimiyet, bir vuslat olur.
Rükûya varırken sadece bedenimizi değil, kalbimizi ve dilimizi de beraber secdeye hazırlıyoruz aslında.
Çünkü kulluk, sadece şekille değil, anlamla kıymet kazanır.
Neden Bu Kadar Önemli?
Rükû, namazın farzlarındandır.
Yani onsuz bir namaz eksik kalır.
Ama sadece şeklen yapılması değil, içinde taşıdığı anlamla beraber yapılması gerekir.
Rükû, kulluğumuzu derinden hissedebileceğimiz bir andır.
Orada sadece belimizi değil, kalbimizi de eğmeliyiz.
Rükû, sadece bir eğilme değil, bedenle yapılan bir dua gibidir.
Secdeye giden yolun ilk adımıdır.
Ayaktayken kalbimizle okuduklarımız, rükûda bedenimizle huşuya dönüşür.
O an nefsimiz de, kalbimiz de, aklımız da aynı hizaya gelir.
Rükû, bize kul olduğumuzu hatırlatır.
Güçlü olduğumuzu sandığımız anlarda, Rabbimizin kudreti karşısında ne kadar muhtaç ve küçük olduğumuzu gösterir.
Tekrar yaziyorum : O boyun eğiş, aslında bir zillet değil, tam aksine izzettir.
Çünkü Allah’a eğilen baş, başka kimsenin önünde eğilmez…
Selam ve dua ile
Selamun aleykum
Şimdi düşün, namaza duracaksın.
Önünde Allah’a yönelmek, O’nunla buluşmak gibi çok özel bir an var.
Ama bu buluşma bir anda başlamıyor, özel bir davetle başlıyor.
İşte o davet, “iftitah tekbiri” dediğimiz o ilk “Allahu Ekber” oluyor.
Hani bir kapı var, seni dünyadan alıp manevi aleme götüren…
İşte o kapının anahtarı bu tekbir.
Ne diyorsun? “Allahu Ekber” yani
“Allah en büyüktür.” Ve o andan itibaren dünya susuyor, kalbin konuşuyor.
Peki Bu Tekbirin Özelliği Ne?
Bu sadece bir söz değil aslında.
Bu, namaza adım atışın.
Yani artık dış dünyayla bağın kesiliyor.
Telefon, işler, dertler, hatta etrafındaki insanlar bile bu andan itibaren geri planda.
Çünkü sen Rabbine yöneliyorsun.
Bu yüzden buna bazen “ihram tekbiri” de denir.
Tıpkı hacca girerken ihrama bürünürüz ya, burada da namazın ihramı bu: Allahu Ekber diyerek namazın içine, o özel alana giriş yapıyoruz.
Namaza Nasıl Başlanır? Adım Adım
-
Önce kıbleye dönüyorsun.
-
Sonra niyet ediyorsun içinden (mesela “öğle namazının farzını kılmaya” diye).
-
Sonra ellerini kaldırıyorsun – erkekler genelde kulak hizasına, kadınlar omuz hizasına.
-
Ve “Allahu Ekber” diyorsun.
-
Eller göğsün üstüne bağlanıyor… Ve artık namazdasın. Bu kadar.
Bak, o “Allahu Ekber” sadece bir kelime değil. O an bir şey başlıyor.
O an, seni meşgul eden her şeyi arkada bırakıyorsun
. Bir nevi “dünya molası” gibi.
Neden Bu Kadar Önemli?
Çünkü bu tekbiri söylemeden namaz başlamış sayılmıyor.
Yani ne kadar güzel niyet etmiş olursan ol, “iftitah tekbiri” olmadan namaz başlamaz.
O yüzden farz bir adımdır. İhmal edilemez.
Biraz da Gönülden Konuşalım
Bazen insanın aklı çok dolu oluyor.
Koşturmaca, stres, dünya telaşı…
Ama namaz, insana nefes aldırıyor.
Ve işte o nefesi başlatan kelime , bu iftitah tekbiri.
Sanki ruhun derin bir “oh” çekiyor.
“Allahu Ekber” dediğinde, bir bakıma şunu diyorsun:
“Ya Rabbi, her şeyin üstündesin.
Şimdi sadece Seninleyim.”
Ve ne olursa olsun, bu bilinçle başlayan bir namaz, insana huzur veriyor.
“Namazda Fâtiha Okumak Neden Bu Kadar Önemli?”
Namaza durduğunda, ellerini kaldırıp “Allahu Ekber” dedin ya…
İşte o an aslında Rabbine yönelmiş oluruz.
Artık dünya geride kaldı, sırada O’na söz söylemek, O’na kul olduğunu dile getirmek var.
Ve işte tam burada, Fâtiha Suresi devreye giriyor.
Kur’an-ı Kerim’de Fâtiha
Kur’an’da, Fâtiha Suresi hakkında çok açık bir şekilde “namazda şu okunmalıdır” denmez belki —
ama Allah bize bu surenin önemini zaten en başta gösteriyor.
Kur’an’ın ilk suresi: Fâtiha.
Yani Allah, kullarına kitabını sunarken ilk olarak bu sureyle başlıyor.
Adı ne? “El-Fâtiha” yani “Açan, Başlatan.”
Yani hem Kur’an’ın kapısını açıyor hem de namazın…
Sence bu bir tesadüf olabilir mi?
Hadislerle Fâtiha’nın Yeri
İşte şimdi Efendimiz’in (s.a.v.) sözlerine kulak verelim. O, Kur’an’ın açıklayıcısıdır. Onun uygulaması, bize neyin farz neyin vacip olduğunu gösterir.
✅ Hadis 1: “Fâtiha’sız Namaz Olmaz”
Peygamberimiz çok açık bir şekilde şöyle buyurmuş: “Kim Fâtiha’yı okumazsa, onun namazı olmaz.”
(Sahih Müslim, 394)
Yani bu işin şakası yok. Fâtiha’sız namaz, namaz sayılmıyor. Çünkü Fâtiha, sadece bir metin değil; imanın, teslimiyetin, kulluğun dili.
Hadis 2: Allah ile Kulun Konuşması
Efendimiz bir gün şöyle buyurdu:“Allah buyurdu ki: Namazı (yani Fâtiha’yı) kulumla aramda ikiye böldüm.
Yarısı bana, yarısı kuluma aittir. Kul ne isterse ona verilecektir…”
(Sahih Müslim, 395)
Ve ardından Fâtiha’yı satır satır anlatıyor:
-
Kul der: “Elhamdulillahi Rabbil alemin”, Allah der: “Kulum bana hamdetti.”
-
Kul der: “Errahmanirrahim”, Allah der: “Kulum beni övdü.”
-
…
-
Ve sonunda: “İhdinas-sırat al-mustakîm” (Bizi doğru yola ilet), Allah der ki: “Kulumun duasını kabul ettim.”
Bu ne demek biliyor musun?
Namazda Fâtiha okumak, Allah’la canlı bir konuşma yapmak demek.
Sadece ezber değil, kalpten bir diyalog.
🌿 Sonuç: Neden Her Rekâtta Okunuyor?
Çünkü Allah seni her seferinde tekrar dinlemek istiyor.
Tıpkı sevdiğin birini her gün tekrar görmek istemen gibi…
Allah da kulunun dilinden dökülen Fâtiha’yı tekrar tekrar işitmek istiyor.
Bu yüzden her rekâtta yeniden…
Ve yeniden…
Ve yeniden…
Fâtiha, Allah’a övgüdür, Rahmetine sığınmadır,
Yol arayışıdır, Ve doğruya dua etmektir.
Namazda onu okumadan geçmek, sanki mektubu zarfa koymadan postaya vermeye benzer.
📌 Fâtiha, namazın kalbidir. Kalpsiz bir beden nasıl yaşamazsa, Fâtiha’sız bir namaz da ruhunu bulamaz.
Selam ve dua ile
Bismillahirrahmanirrahim.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
Salât ve selâm, O’nun sevgili Habibi, örnek kul, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) olsun.
İbadet dediğimiz zaman, sadece bir takım şekil ve hareketlerden ibaret olmayan, kalbin de niyetiyle birlikte
Allah’a yöneldiği bir kulluk halinden bahsediyoruz.
İşte bu yüzden denir ki:“Niyetsiz namaz olmaz.”
Ameller Niyetlere Göredir
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in meşhur bir hadisiyle başlayalım:“Ameller niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği vardır.”(Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâre 155)
Bu hadis, İslam’ın temel taşlarından biridir.
Âlimler bu hadisin, dinin üçte birini teşkil ettiğini söylemişlerdir.
Çünkü her ibadetin, her davranışın Allah katındaki değeri, o işin ne niyetle yapıldığına göre belirlenir.
Bir kimse namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir…
Ama niyeti sadece insanlar görsün, takdir etsin diyeyse, Allah katında bu amelin değeri yoktur. Zira o amelin niyeti Allah için değildir.
Kur’an’da Niyetin Önemi
Kur’an-ı Kerim’de doğrudan “niyet” kelimesi geçmez ama kalpteki samimiyetin, ihlâsın,
Allah için yapılan amellerin ne kadar değerli olduğunu gösteren pek çok ayet vardır.
Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:“Onlara ancak, dini yalnız Allah’a has kılarak, O’na ibadet etmeleri emrolundu…”
(Beyyine, 98/5)
Ve yine bir başka ayette:“İçinizdekini gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir.”(Âl-i İmrân, 3/29)
Bu ayetler gösteriyor ki, Allah Teâlâ sadece zahirimize değil, kalbimizdeki niyete de bakıyor.
Dışarıdan yapılan ibadet ne kadar kusursuz görünse de, niyet bozuksa, Allah katında kıymeti olmaz.
Niyet Namazın Ruhudur
Namaz bir ibadettir, bir kulluktur.
Ama her ibadet gibi, onun da kabulü niyete bağlıdır.
Niyet olmadan bir insan kalkıp belirli hareketleri yapsa; eğilse, secdeye varsa, bu bir egzersiz olur, ibadet olmaz.
Çünkü kalbinde Allah rızası için kılma niyeti yoktur.
Fıkıh kitaplarımızda şöyle geçer: “Namaz, niyet ile başlar.”
Yani vakit girmiş olacak, kişi hangi namazı kıldığını kalbinde belirleyecek, sadece Allah için o namazı kılmaya niyet edecek. İ
şte o zaman o hareketler ibadet hükmü kazanır.
Riyâ: İbadeti Boşa Çıkaran Tehlike
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizleri riyadan, yani ibadeti gösteriş için yapmaktan şiddetle sakındırmıştır:
“Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk olan riyadır.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/428)
İnsanlar beğensin, takdir etsin diye kılınan bir namazın içinde Allah için niyet yoksa, o namazın değeri kalmaz.
Çünkü niyet, ibadeti ibadet yapan asıl unsurdur.
Niyet Kalbin İşidir
Niyet kalpte yapılan bir iştir.
Dil ile söylemek güzeldir, ama esas olan kalpteki yöneliştir.
Çünkü Allah kalplerin sahibidir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.”(Tirmizî, Kader 7)
Bu dua, niyetin ne kadar kıymetli ve korunması gereken bir hazine olduğunu bizlere gösteri
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Niyetsiz namaz olmaz.
Çünkü niyet, ibadetin ruhudur. Namazın şekli ne kadar doğru olursa olsun, niyet eksikse o ibadet eksiktir. Ama niyet halisse,
kalpten geliyorsa, Allah katında o amel makbul olur.
İbadetlerimizde niyetimizi daima gözden geçirmeli, sadece Allah rızası için yaptığımızdan emin olmalıyız.
🌸 Rabbim bizleri samimi kullarından eylesin.
🌸 Amellerimizi ihlâsla yapmayı nasip eylesin.
🌸 Namazlarımızı, niyetlerimizi kabul eylesin.
