Bir işi ertelediğimizde içimizde beliren o hafif ama rahatsız edici huzursuzluk, çoğu zaman görmezden gelmeye çalıştığımız bir iç sesin yankısıdır.
Sanki zihnimiz ikiye bölünür: Bir yanımız “şimdi yapmalısın” derken, diğer yanımız “biraz daha bekle” diye fısıldar.
Bu çelişki, insan olmanın doğal bir parçasıdır.
Erteleme, sadece tembellik ya da ilgisizlik değildir.
Bazen yorgunluktan, bazen korkudan, bazen de mükemmeliyet arayışından doğar.
Ancak her ne sebeple olursa olsun, ertelenen iş bir köşede beklerken içimizde bir huzursuzluk kök salar.
Çünkü beynimiz bilir: bir şey yarım kaldı.
Huzursuzluk, aslında farkındalığın işaretidir.
Vicdanın, sorumluluğun ve içsel disiplinin hâlâ orada olduğunun göstergesidir.
O rahatsızlık hissi olmasa, hiçbir şeyin peşine düşmez, hiçbir hedefi tamamlama ihtiyacı duymazdık.
Bu yüzden, erteleme anındaki huzursuzluk sadece bir suçluluk değil, aynı zamanda bir davettir: “Kendine dön, neden kaçıyorsun?”
Belki de mesele ertelememek değil, ertelemenin arkasındaki nedeni anlamaktır.
Huzursuzluk o zaman düşman değil, yol gösterici olur.