Uzun zamandır kişisel gelişim kitaplarına elimi sürmüyordum.
Bir ara yabancıları çok okuyorduk, sonra “bizim yazarlarımız da var, hem çok popüler” dediler,
Geçenlerde Brüksel’e giderken dedim, madem övüyorlar, birkaç kitap alayım da yol uzun, okurum.
Aldım birkaç tanesini, bir hevesle başladım…
Yarıya kadar geldim, bir baktım kitap bir anda yön değiştiriyor; konu dağılıyor, içerik kararıyor, dil bozuluyor.
Bir roman mı okuyorum, bir dizi senaryosu mu belli değil.
Dedim, “bu kadar gürültü bunun için miydi?”
Sonra hop, kitap çöpe.
Gerçekten bazen insanın inancına, zihnine zarar veriyor bu yazılanlar.
Küfür, karmaşa, anlamsızlık…
Beyin hücrelerimi niye böyle şeylerle kirleteyim?
İnsana huzur değil, sıkıntı veriyor.
Sonra düşündüm: Niye bu kadar övülüyor bu kitaplar?
Niye bize “çok iyi yazar” diye sunuluyor bazı isimler?
İçinde ne var?
Küfür, karmaşa, yüzeysellik…
İnsana huzur değil, ağırlık veriyor.
Benim ruhumun ihtiyacı bu değil k
Yabancı yazarın kitabı var, bir de ona bakayım.
Aldım elime, sayfaları karıştırdım…Ama daha ilk birkaç satırda hissettim; aynı şey.
Aynı sözler, aynı kalıplar: “Kendini sev.” “Evrene mesaj gönder.” “Enerjini dengele.”
Hepsi aynı hamurdan yoğrulmuş.
Hiçbiri kalbe dokunmuyor, sadece kulağa hoş geliyor Ki hoş bile gelmedi bana
Sonra bir de şu “psikolojik vaka” diye yazılan kitaplar var ya…
Onlar ayrı bir alem!
Hani bazı kişisel gelişim kitaplarında yazar, “hastalarıyla” yaşadıklarını anlatıyor ya —
işte onlardan bahsediyorum
Guya psikolog, ama sanki talk show sunucusu!
Örnek olarak yaziyorum
“Bir hastam vardı,” diyor,
“kaşlarının arası genişti, bundan çok rahatsızdı.
Ben de ona dedim ki: ‘Sen kendini böyle sevmelisin, kaş aralığın da seni eşsiz yapıyor.’ Ve o gün hastam hayatının anlamını buldu.”
Yahu, ciddi misiniz?
Bunu okuyunca insan güler mi, ağlar mı bilemiyor.
Koskoca kitap, bir kaş aralığı meselesine bağlanıyor!
Guya derin psikolojik çözüm, ama aslında sabun köpüğü kadar yüzeysel.
Bir diğer örnekte başka bir hastası “çok mükemmeliyetçiyim” diyor,
yazar da diyor ki: “Mükemmel olmaya çalışma, zaten öylesin.”
Vay be! Nobel Psikoloji Ödülü gelse yeridir!
Ve bu hikâyeleri öyle bir anlatıyorlar ki, sanki dert dinlemiş de evrenin sırlarını çözmüş.
Guya terapi, ama aslında kitap boyunca kendi egosunu tedavi ediyor.
Ben de diyorum ki: Niye ben başkalarının dertlerini okuyayım?
Ne yani, “aaa bak birinin kaş arası genişmiş, ben de vesvese edeyim” mi?
Bunu mu kişisel gelişim diye yutturuyorlar bize?
Körüne körüne “gelişim” diye dayatılan o sahte huzur arayışını.
Bazı kitaplar insanı büyütmez, sadece yorar.
Bazı yazarlar da insanı geliştirmez, sadece satar.
Gerçekten bazen düşünüyorum, biz ne ara bu kadar kolay kandırılır olduk?
Sonra bir noktada içim burkuldu.
Çünkü fark ettim ki, bu kitapların çoğu aslında Kur’an’daki ayetleri, duaları, hikmetleri alıp kopyalamış.
Kutsal sözleri almışlar, biraz süslemişler, kapağa da havalı bir isim yazmışlar.
Bizlerde gidip o kitapları “vay ne güzel yazmışlar” diyerek alıyoruz.
Oysa bizim kitabımızda zaten o sözlerin özü, en saf hali duruyor.
Biz aslı dururken gidip kopyasına hayran kalıyoruz.
Bir dua kadar derin, bir ayet kadar sade olan gerçeği bırakıp,
“hikâyeli kişisel gelişim” diye yazılmış roman-terapilere sarılıyoruz.
Îşte o an içimi bir hüzün kapladı.
Dedim ki, biz ne ara kendi kaynağımızdan bu kadar uzaklaştık?
Oysa bir “İnşirah” suresi, bir “Duha”, bir “Felak”, bir “Nas”
belki de tüm o sahte “psikolog hikâyelerinden” çok daha fazla şifa veriyor.
Belki de gerçek kişisel gelişim, kitapçı raflarında değil…
kalbin kendi içinde, dua ederken başlıyor.
Belki de asıl terapi, kitap sayfalarında değil, secdeye eğildiğin anda başlıyordur.
Îyi günler
Selam ve dua ile