“Birilerinin kalbine iyi gelmeyi öğrenin. Yük olma işini herkes yapıyor zaten.”
Cahit Zarifoğlu’nun —Allah rahmet eylesin— ne güzel bir nasihatidir.
Peki birilerinin kalbine nasıl iyi gelinir? Hakikaten var mı böyle insanlar?
Geçtiğimiz günlerde çiçek pazarında, rengârenk çiçekler arasında dolaşırken…
Bir baştan bir başa geziyorum.
Çiçek pazarı, adeta renk cümbüşünün içinde kaybolmuş gibiydim.
Çiçeklere daldım ben… Tamam mı? 🙂
Her köşede farklı bir çiçek, her renkte ayrı bir büyü.
Kimini kokluyor, kimini gözlerimle okşuyor; bir yandan da kendi dünyamda dolaşıyorum ki, bilirsiniz bu hallerim çoktur bende.
Tam o sırada bir kadın aniden “pat” diye çarptı bana.
Türkiye’de çok oluyor nedense; ben hep “pardon” derim.
Ayı gibi çarparlar, nedense pardon diyen taraf hep ben olurum…
Kadınlar da öyle, ada gibiler, kendi alanlarında eksenlerinde yürüyorlar.
Mesela karşı karşıya geçeceksiniz değil mi? Kenara çekilmek yok.
Siz kenara çekileceksiniz. Öyleler…
Alışkanlık; pardon diyeceğim sırada…
Ama ne hikmetse aynı anda “pardon” dedik bayanla ve birbirimizin yanından gülümseyerek geçtik gittik.
O an fark ettim ki, benim karşı taraftaki kişilerden hayli zamandır işitmediğim bir kelimeymiş “pardon.”
Duymayı unuttuğum bir kelime… “Sorry :)” (bağışlayın, affedersiniz, özür dilerim anlamında.)
Çok kolaymış değil mi?
Örnek olarak mesela:
• “Pardon, müsaade eder misiniz?”
• “Pardon birader, görmedim.”
• “Pardon, neyse yahu önemli değil.”
• “Tamam, ben pardon.”
Türkiye’de sanki bu kelime unutulmuş gibi.
Hatta kullanmayanlar için sanki “önüne bak” talimatı verilmiş gibi geliyor bazen.
Sonra düşündüm… Brüksel! Burası nezaketi unutmamış.
Ülkemde olumlu güzellikler yazıyorum, yazmaya çalışıyorum.
Hep tuhaf şeyler oluyor burada.
Bakın, burada göz doktoruna gittim tamam mı?
Her şey yolunda, tedavi oldum.
Sonra ehliyet için göz doktorundan belge almak zorundayım.
Daha önce gittim tedavi oldum, doktor bu belgeyi bana vermedi.
Kardeşim, bir ay önce geldim hastanenize, tüm harfleri okudum tabloda; niye vermiyorsun o belgeyi bana diyeceksin…
Sabır verdi Rabbim.
Vermediler o belgeyi; aynı hastane, aynı doktor.
Dediler ki —ismini yazmak istemiyorum— falan müdürlükten bize belge getireceksiniz.
Niye ki?
“Belgeleri getireceksiniz,” diye talimat verdiler.
Gittim oraya.
Memurlar kendi aralarında oturmuşlar, çay içiyorlar, radyoda açık… Türk sanat müziği çalıyor,
kendi aralarında konuşuyorlar.
Neyse, sorunumu söyledim.
Bana şöyle bir süzdüler ya… Ben de aynı şekilde onları süzdüm!
Hani böyle karşılıklı bakışmalar vardır ya;
Onlar ‘Bu nereden çıktı?’ diye bakıyor…
Ben de ‘Siz beni çağırdınız mı, yoksa ben mi kendimi çağırdım?’ der gibi bakıyorum.
Ortada bir resmî kurum var ama bakışmalar tamamen mahalle kahvesi ayarında.
Onlar bana süzdü, ben onlara süzdüm…
Sanki göz muayenesi karşılıklı yapılıyor!”
“Hastane mi gönderdi sizi?” dedi bayan.
Yok, hastaneden kaçarken bu belgeyi yanıma aldım ben, dedim —tabii içimden.
Sonra şu cevap verildi: “Adresinizi değiştirmeniz lazım.”
Pardon?
Yurtdışındaki adresinizi buraya taşıyacaksınız.
Eeee?
“Eee… size o belgeyi öyle verebiliriz.”
Önce kamera şakası falan mı yapılıyor bana acaba diye düşündüm.
Yok, çok ciddiydiler.
Nerede değiştirmem gerekiyor diye sordum.
Nüfus müdürlüğüne gideceksiniz diye adres verdiler.
Kapıdan çıkarken geri dönüp baktım… Onlar da bana baktı: “Hayrola?” dercesine.
Filmlerde görüyoruz ya… “Bugün git, yarın gel” zihniyeti. Hâlâ varmış meğersem.
Eski siyah–beyaz filmlerde kaldı sanırdım, yaşıyorlar, varlar hemi de ülkemizde 🙂
Neyse, tabii ki gitmedim nüfus müdürlüğüne.
Ehliyet kursundaki bayana dedim ki: “Vazgeçtim, kalsın. Girmeyeceğim sınava falan.”
Başımdan geçenleri anlattım ona.
Yoruldum, kalsın istemiyorum deyince…
Oradaki bayan bekle beni dedi telefone decegim oraya hemen telefon etti hastaneye.
Aynı hastane; beni daha önce tedavi eden… Nedense ehliyet için istenilen belgeyi vermeyenler.
“Gelsin, verelim,” demişler…
Hâle bakın!
Türkiye’de sizin tedavi olmak istemeniz önemli değil; doktorun da sizi tedavi etmeyi istemesi lazım.
Böyle de bir durum…
Bir olay oldu, onu da anlatayım size.
Bir tanıdığımızın bir ablasını doktora götürdük.
Ablanın sağlık ve yürüme problemi var; pandemi zamanı.
Doktor şunu söyledi: “Aşağıdan göz tansiyonu baktırın, gelin.”
Anlayabilirim bunu.
Bir tane asansör var hastanede.
Ablaya dedim: “Sen yorulma, asansörü al.”
Ben merdivenlerden ineyim.
Asansör bir geldi, kapı bir açıldı… Gencecik insanlar, asansör dolmuş!
Hastane üç ya da dört katlı olabilir.
Dolu insan… Siz genç insanlarsınız, koşarak inip çıkabilirsiniz.
Yaşlılara bırakın değil mi
asansörü? Ya da yürüme problemi olanlara?
Yok…
Ağızlarında maske.
Abla bindi, asansöre merdivanlardan indim ben
biz göz tansiyonunu ölçtürdük. Yukarıda sıra gelsin diye bekliyoruz.
Neyse, girdik muayene odasına.
Doktor şunu söyledi: “Tansiyon ölçtürün gelin.”
Göz tansiyonunun belgesini verdim.
“Bunu istemiyorum,” dedi. “Normal tansiyon ölçtürün.”
Tansiyonum çıkıvermiş… “Doktorsunuz, bir tansiyon ölçmesini bilmiyor musun sen?” dedim
tabii ki yine içimden.
Ya sabır deyip ölçtürdük tansiyonu.
Orada abla var, üzülmesin istedim; yapılan iyilik iyilik olarak kalsın diye düşündüm.
İşte böyle… Doktor denilince hayalinize ne gelir?
Boynunda tansiyon aleti falan değil mi?
Üzerinde beyaz önlük bile yoktu.
Geçerken uğramış da, hobi olsun diye hasta bakıyor sanki.
Öyle idealist doktor falan kalmamış sanırım.
İyi bir doktorda insan sevgisiyle ele ele giden diğer özellik de alçakgönüllülük ve ön yargısız olmaktır.
Hasta ister Karun gibi zengin olsun ister beş parasız, ister paşa olsun ister sokakta yatan evsiz barksız biri…
Hepsine aynı saygıyı ve yakın ilgiyi göstermek iyi hekimliğin olmazsa olmazı değil midir?
Nerede…
Neyse, ehliyetime döneyim ben.
Sonra ehliyet bürosundan telefon etti kadın: “Gelsin,” demişler.
60 lira muayene parası aldılar daha önce.
Normal bir ücret, herkesin ödediği.
Ehliyet için istenilen belge için 120 lira istediler; ödemek zorunda kaldım.
Sorun değil para.
Madem verecektin bu belgeyi, adam gibi söyleseydin…
İpe niye un seriyorsunuz değil mi?
O belgeyi devlet hastanesi vermiyormuş biliyor musunuz?
Özel bir hastanede uğraşmak zorunda kaldık.
Küçücük bir meseleyi size öyle bir yük ediyorlar ki şaşarsınız.
Ben o hırsla sınava girdim; güzel bir dereceyle kazandım 🙂
Her şey iyi niyetli düşünmekle başlar.
Diyorum ki: Kurallar böyle, Hakime…
Kural mural yok arkadaşım.
İsterlerse veriyorlar size o belgeyi.
Sorun da orada başlıyor işte: “İsterlerse…” 🙂
Selam ve dua ile.