Peygamber Efendimiz ilk vahyi Hira’da aldığında doğal olarak büyük bir şaşkınlık ve tedirginlik içindeydi.
Eve döndüğünde onu en iyi anlayan kişi yine Hz. Hatice oldu. Hem teselli etti hem de yaşananların mahiyetini öğrenmek için
Peygamberimizi, ilahi kitapları bilen bilgili bir kişi olan Varaka bin Nevfel’e götürdü.
Varaka, Efendimizin anlattıklarını dikkatle dinledi.
O anda gördüğü şeyin, geçmiş peygamberlere gelen vahyin başlangıcı olduğunu söyledi ve “Sen peygamber olacaksın” diyerek hem
doğrulayıcı hem de moral verici bir destek sundu.
Bu sözler, o ilk karmaşık günlerde Peygamberimizin içini rahatlatan önemli bir dayanaktı.
Vahyin gelişinden kısa süre sonra Efendimiz yakın çevresine İslam’ı tebliğ etmeye başladı.
İlk iman edenler aynı zamanda ona en yakın olanlardı. Hz. Hatice tereddütsüz bir şekilde inandı; hayatı boyunca da en büyük destekçisi oldu.
Henüz çocuk yaşındaki Hz. Ali gönülden teslim oldu.
Peygamberimizin sadık dostu Hz. Ebu Bekir ise olgun bir imanla ilk yetişkin erkek Müslüman olarak bu çağrıya katıldı.
Bu küçük ama güçlü topluluk, İslam’ın ilk çekirdeğini oluşturdu.
İlk yıllarda gelen vahiyler kısa, öz ve derin anlamlıydı.
Alak Suresi gibi ayetler insana düşünmeyi, okumayı, doğruya yönelmeyi öğütlüyordu.
Zaman ilerledikçe ayetler ve sureler çoğaldı; toplumsal düzen, ahlak, ibadet ve hayatın birçok alanına dair hükümler inmeye başladı.
Mekke döneminin ilk yılları zorlu, sabır isteyen bir süreç olmasına rağmen, Efendimizin tebliğdeki yumuşaklığı, kararlılığı ve güzel
ahlakı bu küçük topluluğu ayakta tuttu.
Kısacası, ilk vahyin ardından yaşananlar, hem manevi bir hazırlık hem de İslam toplumunun temellerinin atıldığı çok özel bir dönemdi.
Selam ve dua ile