Akşam oluyor… Gökyüzü yavaş yavaş kararırken, insanın içi de kendiyle baş başa kalıyor.
Günün gürültüsü çekiliyor, geriye sadece sen ve vicdanın kalıyor.
İşte tam o vakitte, en çok konuşan şey doğruluk oluyor.
Çünkü sessizlikte yalan tutunamaz.
Doğruluk…
Bugünlerde unutulmuş, ama hâlâ kalbi diri olanların içinde kıvılcım gibi yanan o kelime.
Sade bir kelime, ama ağır bir yük.
Çünkü doğru olmak, “herkes gibi” olmamayı göze almaktır.
Kur’an diyor ki:“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.”(Tevbe 119)
Bak “doğrularla beraber olun” diyor.
Çünkü doğru insan bazen yalnız kalır, ama Allah onun yanındadır.
Eğriler kalabalıktır, ama gölgeleri yamuktur.
Doğruluk, Allah’ın sıfatıdır.
Ne kadar sade, ne kadar keskin bir emir…
Doğrularla beraber ol.
Yani eğrinin sofrasında oturma, yamuk bir sözün altında imza atma.
Doğruysan yalnız kalabilirsin ama vicdanın sana dost olur.
Ve vicdan, Allah’ın insana verdiği en sessiz ama en sadık şahitti
Sen doğru olduğun kadar O’na yaklaşırsın.
Eğrildikçe uzaklaşırsın.
Peygamber Efendimiz’e “El-Emin” dediler; güvenilir, doğru insan.
Daha vahiy inmeden önce bile insanlar onu dürüstlüğüyle tanıdı.
Bizse bugün yalanı “ince zekâ” sanıyoruz, hileyi “fırsatçılık” diye alkışlıyoruz.
Yalan artık utanmıyor, çünkü biz utanmayı unuttuk.
Efendimiz’in sözü hâlâ kulaklarımızda:“Doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür.”(Buhârî, Edeb 69)
Bu kadar sade.
Ama biz karmaşık bahanelerle doluyuz.
“Bir kereden bir şey olmaz” diyerek eğrilik üretip, sonra dua ediyoruz: “Allah’ım, işlerimi düzelt.”
Allah eğrinin işini düzeltmez. Çünkü eğrilik, kulun kendi tercihidir.
Doğru olmak cesaret ister. Çünkü doğrular bazen kaybeder.
Ama o kayıp değildir; Allah seni pislikten koruyordur belki.
Doğruluk, bazen yalnızlıktır, bazen susmaktır, bazen herkesin alkışladığı bir yalana “hayır” diyebilmektir.
Mevlânâ demiş ya:“Eğri kemik, doğru gölge vermez.”
Kalp eğriyse, söz de yamulur.
Namaz kılsan da, oruç tutsan da, eğer kalbin doğrulukla dolu değilse, o ibadet sadece bir şekildir.
Allah şekle değil, samimiyete bakar.
Bugün “doğruluk” neredeyse lüks bir kavram oldu.
İnsanlar dürüstlüğü konuşuyor ama menfaat geldi mi herkes susuyor.
Oysa doğruluk, karanlıkta bile yolunu aydınlatan bir kandildir.
Doğru insanın yüzü serttir belki ama kalbi rahattır.
Eğrinin yüzü güler, ama içi karmakarışıktır.
Akşam oldu gün battı.
Bir Akşamın Sessizliğinde: Doğru Muyduk Bugün?
Vicdanla baş başasın şimdi. Kendine bir soru sor:
Bugün doğru muydum?
Cevabın “evet”se huzur senindir.
Değilse, sabahı beklemeyelim ; gecenin sessizliğinde tövbe etmek en güzeli
Çünkü Allah doğruları sever — hem dünyada, hem ahirette.
Gök karardı, kasabada inanılmaz bir trafik var.
Günün telaşı, koşuşturması, kavgaları, gülüşleri… hepsi geride kaldı.
Ve şimdi herkes kendiyle baş başa.
Zengin de aynı karanlığa bakıyor, fakir de.
Herkesin içinde aynı soru yankılanıyor:
Kimbilir?
“Ben bugün doğru muydum?”
Yatsı ezanı okunuyor şimdi…
Namaz Vakti:)
Selamun aleykum…
Geçenlerde pazarda dolaşırken, yerde sergisini açmış genç bir bayan dikkatimi çekti. Önünde taze toplanmış kuru incirler vardı.
Eğildim, gülümseyerek sordum:
— “Kuru incir ne kadar kızım?”
Genç kadın, mahcup ama içten bir sesle cevap verdi:
— “Üç yüz lira, abla. Yeni topladık.”
Sonra anlatmaya başladı; nasıl sabahın erken saatlerinde yola çıktıklarını, güneşin altında nasıl topladıklarını, ne
kadar zahmetli olduğunu…
Sözünü nazikçe kestim:
— “Anlatmana gerek yok kızım,” dedim, “biliyorum o zorlukları. On yedi sene ben de bu işlerle uğraştım. Hatta sen az bile söylüyorsun.”
Birbirimize baktık, gülümsedik.
Bir kilo kuru incir aldım. Eve geldim, tattım — o kadar güzeldi ki!
Ne bir eksik, ne bir fazla… Tam söz verdiği gibiydi.
Geçen hafta çocuklarıma hediyelik kuru incir almak için pazara gitmiştim.
Gözlerim onu aradı, bayan yoktu.
Neden baktim ona güven verdi bana sattığı mal tam da dediği gibiydi.
Hiç hile yoktu, hiç abartı yoktu.
Belki başka bir pazara gitmişti, belki sezon bitmişti…
Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ticarette dürüstlük üzerine verdiği çok güzel bir dersi konuşalım.
Belki duymuşsunuzdur; Efendimiz zaman zaman Medine pazarına gider, insanların hâline bakar, ticaretin düzgün yapılıp
yapılmadığını kontrol ederdi. Çünkü O (sas), sadece namazı, orucu öğretmekle kalmadı; ahlâklı olmayı, dürüst davranmayı da bize öğretti.
Bir gün pazarda dolaşırken, bir adamın sattığı buğday yığını dikkatini çekmiş.
Buğdayın dışı tertemizmiş. Peygamberimiz elini buğdayın içine daldırmış, fakat alt tarafı ıslak çıkmış.
Bunun üzerine sormuş:
“Bu ne böyle?”
Adam, “Yağmur yağdı ya Resûlallah, ondan ıslandı.” demiş.
Efendimiz (sas) buyurmuş ki:
“Öyleyse insanların görebileceği üst tarafa koysaydın ya! Bizi aldatan bizden değildir.”(Müslim, İman, 164)
Peygamberimiz burada sadece bir satıcıyı uyarmıyor. Aslında bize bir ahlâk dersi veriyor.
Diyor ki:Müslüman insan, kimseyi kandırmaz.
Dürüst olur. Malında, sözünde, işinde hile yapmaz.
Çünkü aldatmak, Müslüman’ın karakterine yakışmaz.
Efendimiz “Bizi aldatan bizden değildir” derken, aldatmanın sadece kötü bir davranış değil, imanla
bağdaşmayan bir tutum olduğunu anlatıyor.
Günümüze gelelim:
Bugün belki pazarda buğday satmıyoruz ama hayatın her alanında dürüst olmamız gerekiyor.
Salamura yaprak satıyor, suyun içinde terazide tartıyor.
Oysa suyunu süzüp tartması gerekir. Ama o suyun ağırlığıyla fazladan para alıyor.
Bir ürün satarken kusurunu gizlemek,
İş yerinde yapılmayan işi yapılmış gibi göstermek,
Söz verip de tutmamak,
Küçük bir çıkar için yalan söylemek…
Hepsi aynı kapıya çıkar: Aldatmak.
Bu da kul hakkıdır. Az gibi görünür ama unutma:Bir damla hile, bin damla ibadeti yakar!
Halbuki Müslüman, güvenilir insan demektir.
Efendimiz buyuruyor:“Doğru ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.”
(Tirmizî, Büyû‘, 4)
Ne büyük bir müjde değil mi?
Demek ki ticaretle uğraşan bir Müslüman, dürüst davrandığı takdirde, Allah katında çok yüce bir makama ulaşabilir.
Geri vermediğimiz bir kalem, Üzerine çöktüğümüz bir sıra,
Haksızca geçtiğimiz bir öncelik…
Bunların hepsi biz istemesek de kul hakkı olabilir.
İyilik yapmak ne kadar sevapsa, Haksızlık etmek de o kadar vebaldir.
Sonuç olarak, kardeşlerim:
Dürüstlük, Müslüman’ın süsüdür.
Aldatma, imanla bağdaşmaz.
Temiz kazanç, bereket getirir.
Hileyle kazanılan malın içinde hayır olmaz.
Unutmayalım:“Az ama helâl kazanç, çok ama haram kazançtan hayırlıdır.”
Peygamberimizin o gün pazarda söylediği birkaç cümle, aslında bütün bir hayatın özetidir:
“Müslüman, dürüst olur; kimseyi aldatmaz. Çünkü aldatmak, bizi Resûlullah’ın yolundan uzaklaştırır.”
Rabbim bizleri doğru sözlü, dürüst, güvenilir kullarından eylesin.
Helâl kazançla bereketli bir ömür nasip eylesin.
Aldatmaktan, kandırmaktan, haksız kazançtan hepimizi muhafaza eylesin.
Âmin. 🤲
Biz çoğu zaman dini, sadece namaz kılmakla, oruç tutmakla ya da hacca gitmekle sınırlı zannederiz.
Sanki Allah’a karşı görevlerimizi yerine getirince her şey tamammış gibi hissederiz.
Oysa din, sadece göklere yönelmekten ibaret değildir; yere, yani insana da bakar.
Rabbimizle bağımız ne kadar kıymetliyse, kullarla kurduğumuz ilişki de o kadar değerlidir.
Çünkü din; sadece secdede değil, sokakta da yaşanır.
Kalp kırdığın yerde, haksızlık ettiğin kişide, göz ardı ettiğin bir hakta da din vardır.
İşte unuttuğumuz ama bizi en çok bekleyen gerçek de budur.
Allah’a yönelmek ne kadar güzel ve yüceyse, kulların hakkını gözetmek de o kadar kutsaldır.
Sanırız ki Allah’la aramızı iyi tutarsak, gerisi önemsizdir.
Oysa din, sadece secdelerde yaşanmaz.
Din, aynı zamanda kalp kırmamaktır, hakkı gözetmektir, adaleti elden bırakmamaktır.
Yani Allah’a kulluk kadar, kula karşı sorumluluk da dindendir.
İşte bu yüzden, kul hakkı öylesine büyük bir meseledir ki;
Allah, kendi hakkını dilerse affeder, ama kul hakkını — hakkı yenen kul affetmedikçe — affetmez.
Bu, ilahi adaletin en sarsıcı ve en net uyarısıdır.
Bir an hayal et… Mahşer günü… Herkes sırada.
Sen de defterinle bekliyorsun. Namazların, oruçların, sadakaların yazılmış. İçin rahat belki. “Ben görevimi yaptım” diyorsun.
Ama o sırada biri çıkıyor: “Bu kişi benim hakkımı yemişti.”
Bir diğeri geliyor: “Bu kadın arkamdan konuşmuştu.”
“Beni incitmişti.”
“Paramı almış, geri vermemişti.”
“Onurumu zedelemişti…”
Ve işte o anda, sevapların birer birer alınıyor, o insanlara veriliyor.
Sevapların tükenince, onların günahları yükleniyor omuzlarına.
Bunca ibadetine rağmen, adım adım cehenneme doğru sürükleniyorsun.
Peygamber Efendimiz Ne Diyor?
Bir gün Peygamberimiz (s.a.v) ashabına sordu: “Müflis kimdir, bilir misiniz?”
Ashab dedi ki:“Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kişidir.”
Peygamberimiz buyurdu: “Hayır! Müflis; kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla gelir. Ama birine sövmüş, birine iftira atmış, birinin malını yemiş, birini dövmüş, birini incitmiştir.
Bu kişilere sevapları verilir. Sevapları yetmezse, onların günahları alınır, onun üzerine yüklenir. Ve sonra cehenneme atılır.”
(Müslim)
Bu hadis, bize sadece ibadetle kurtuluş olmadığını çok açık bir şekilde anlatır.
İnsanlarla ilişkimiz bozuksa, Allah’la ilişkimizi tam zannetmek bir yanılsamadır.
Ne Yapmalıyız?
Hâlâ bu dünyadayken, hâlâ telafi şansımız varken… Erteleme.
Hakkını yediğin biri mi var? Öde.
Bir kalbi mi kırdın? Git gönlünü al.
Özür mü dilemen gerekiyor? Gururunu bir kenara bırak, dile.
Çünkü kıyamet günü ne para işe yarayacak, ne de sözler…
Sadece sevaplar ve günahlar konuşacak.
Eğer hakkını yediğin kişi vefat etmişse, onun adına sadaka ver, dua et.
Mümkünse mirasçılarına ulaş ve hakkını öde.
Ama bu dünyadan, üzerindeki kul hakkıyla ayrılma.
Kul hakkı, Allah’ın unutmadığı, affetmediği ve mutlaka hesaba kattığı bir haktır.
İnsan unutur, toplum unutur… ama Allah unutmaz.
O gün geldiğinde teraziler şaşmaz, adalet şaşmaz.
Ve senin yıllarca biriktirdiğin sevaplar, bir damla gözyaşıyla silinip gidebilir…
“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.”
(Buhârî, Îmân 4; Müslim, Îmân 64)
Hayat kısa… Kimse bu dünyada kalıcı değil. Ama kul hakkı, ölümsüzdür.
“Bir kalbi kırmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır.”
(Beyhaki rivayet etmiştir, mana hadisi olarak aktarılır.)
Ölümle bitmez; mahşerde karşına dikilir.
Bugün affını iste. Bugün helallik al.
Hakkını Yediğin Her Kul, Cennet Yolunda Engelindir
Çünkü belki de senin kurtuluşun, sadece bir “Hakkımı helal ettim” cümlesindedir…
Allah’ım, bilerek ya da bilmeyerek girdiğimiz tüm kul haklarından bizi arındır. Kalp kırmaktan, hak yemekten, adaletsizlikten Sana sığınırız. Bizim affımızdan önce, hak sahiplerinin affını nasip eyle.”
<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
<<<<<<<<<
Açık konuşalım: Kul hakkı yemek haramdır. Büyük günahtır.
İslam’a göre bir müminin bir başka mümine haksızlık yapması, onun malını izinsiz alması, onurunu zedelemesi,
hakkını gasp etmesi kesin bir dille yasaklanmıştır.
Ve bu yasak, sadece dünyaya ait değil…
Ahirete kadar uzanan, kapanmayan bir hesap defteridir.
Neden bu kadar ciddi?
Çünkü kul hakkı, yalnızca kul ile Allah arasında değildir.
Ortada üçüncü bir taraf var: Zulme uğrayan kişi.
Bu yüzden Allah (c.c) diyor ki:“Şüphesiz zulmedenler kurtuluşa eremezler.”
(Kasas Suresi, 28/37)
Kul hakkı yemek de bir zulümdür.
Zaten Resûlullah (s.a.v) buyuruyor ki:“Zulüm, kıyamet günü karanlıklar olarak karşılarına çıkar.”
(Buhârî, Mezâlim 9)
Hüküm Net: Haramdır ve Helalleşilmedikçe Temizlenmez
Yani ne kadar ibadet edersen et, ne kadar Kur’an okursan oku, ne kadar hayır yaparsan yap…
Eğer yediğin bir hakkın helalliğini almadıysan, o ibadetlerin önüne bir duvar gibi dikilir.
Birkaç Örnekle Dersimizi anlamaya çalisalim…
Bir arkadaşına borç aldın, ödemedin… Kul hakkı.
Bir kardeşin hakkını yok saymak, “ben daha çok emek verdim” deyip payını kısmak… KUL HAKKIDIR.
İş yerinde çalışanın emeğini verdirmedin… Kul hakkı.
Trafikte sıraya girmeden birinin önüne geçtin…
Basit ama yine kul hakkı.
Kadın ya da erkek fark etmeksizin, mirasçılardan birini dışlamak, hak ettiği malı vermemek…
KUL HAKKIDIR.
Birinin arkasından konuşup onu toplum içinde küçük düşürdün… Şerefine dokundun, kul hakkı.
Bir çocuğun hakkını önemsemeden onun malına el koydun…
Zayıfı ezdin, kul hakkı.Miras paylaşırken değil; hak yerken düşün! Helalleşilmeden cennete gidilmez…
Ahirette Ne Olur?
İşte asıl korkulacak yer burası…
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor: “Kimin üzerinde kardeşine ait bir
hak varsa – ister mal, ister iftira veya başka bir şey – dinarın, dirhemin geçmediği kıyamet günü gelmeden önce onunla helalleşsin.”
(Buhârî)
Yani para, özür, telafi… hepsi bu dünyada geçerli.
Ahirette ise sadece sevaplar ve günahlar konuşur.
Sevapların karşıya geçer, bitince onların günahları sana yüklenir.
Ve sonuç: İbadetle dolu bir hayatın ardından cehennem…
Onun adına sadaka ver, dua et,varsa mirasçılarına borcunu öde.
Peki Ne Yapmalı?
Kul hakkı yememeye dikkat etmek, farkında olmadan yediysen hemen telafi etmek gerekir.
Bir de unutmadan: Hakkını yediğin kişi vefat ettiyse
Malını aldıysan, geri ver.
Hakkını yediysen, özür dile ve helallik al
Kalbini kırdıysan, gönlünü al.
İftira attıysan, itibarını temizle.
Son Söz
Kul hakkı yemek, sessiz bir hırsızlıktır. Ama bu hırsızlık, sadece malı değil, ahireti çalar.
O yüzden ne kadar küçük görünürse görünsün, hiçbir hakkı küçümseme.
Çünkü bu dinin bir adı da “adalet”tir.
Ve adalet, kıyamet günü terazinin tam ortasında duracak.
Selam ve dua ile
<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
Selamun aleykum
Kul hakkı; sadece bir terim değil, içinde hem gözyaşı hem de adalet taşıyan ağır bir yüktür.
İslam’da kul hakkı, Allah’ın affetmediği haklardan biridir.
Çünkü bu, bir insanın başka bir insana yaptığı haksızlıktır.
Ve Allah, kendi hakkını affeder; ama kul hakkını, hak sahibi helal etmedikçe affetmez.
Bu yüzden kul hakkı; titrenilmesi, korkulması ve asla hafife alınmaması gereken en derin yaralardan biridir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur:“Kimin üzerinde kardeşinin ırzı, malı veya herhangi bir hakkı varsa, altın ve gümüşün bulunmadığı kıyamet günü gelmeden önce helalleşsin.”
(Buhârî, Mezâlim 10)
Kul hakkı;
bir yetimin başını okşamadan, onun lokmasına göz dikmektir…
Bir işçiye terini kurutmadan hakkını vermemektir…
Birinin arkasından konuşurken, onun şerefine zehir serpmektir…
Bir annenin duasını almadan, gözyaşına sebep olmaktır…
Bir insanın kalbini kırarken, “zaten affeder” diye umursamamaktır…
Kul hakkı, sadece birine tokat atmak değildir.
Bazen bir susuşla, bazen bir bakışla, bazen bir sözü söylememekle, bazen de bir tebessümü esirgemekle olur.
Öyle bir haktır ki; namazla ödenmez, oruçla silinmez, hacla temizlenmez.
O hakkı, sadece o kul helal ederse kurtulursun.
Bu, bize şunu öğretir:
İnsanların hakkı, mahşer günü boynumuza ip gibi dolanacak.
Öyle ki, bir yetimin gözyaşı bizim sevap dağlarımızı eritebilir.
Bir mazlumun ahı, bizim gece boyu ettiğimiz duaları geri çevirebilir.
Bir gün bu dünya bitecek. Toprak, her şeyi örtecek ama hakkı örtemeyecek.
O yüzden yaşarken helalleşmek en büyük kazançtır.
Eğer birinin hakkına girdiysen: Gururunu bir kenara bırak.
Özür dile. Hakkını helal et ya da helallik iste.
Çünkü belki de o kulun bir damla gözyaşı,
senin yıllarca biriktirdiğin iyiliklerini silip süpürecek.
İşte bu yüzden kul hakkı,
Allah’ın bile affetmeyeceğini söylediği hak
ve kulun kuldan razı olmadan kapanmayacak bir defterdir.
Selam ve dua ile