Selamun aleykum
İnsanı tanımak kolay bir iş değildir.
Çünkü insanoğlu, çoğu zaman göründüğü gibi değildir.
Onu gerçekten tanıyabilmek için zamana, tecrübeye, birlikte yaşanmışlıklara ihtiyaç vardır.
Bir gün bir kimse, Hazret-i Ömer’in huzurunda birini övgüyle anlatıyordu.
Onun ne kadar iyi, ne kadar güzel bir insan olduğundan bahsediyordu.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- o kişiye üç soru sordu:
“Onunla hiç yolculuk yaptın mı?” dedi.
O dönemde yolculuk, çöllerde zorluklarla dolu, sabrı ve karakteri ortaya çıkaran bir imtihandı.
Adam, “Hayır.” dedi.
“Peki, onunla bir ticaret, bir alışveriş yaptın mı?” diye sordu.
Yani menfaatlerin, güvenin, dürüstlüğün sınandığı bir ilişki yaşadın mı?
Adam yine, “Hayır.” dedi.
“Sabah akşam komşuluk ettin mi, onunla aynı hayatın içinde nefes aldın mı?” diye sordu.
Adam üçüncü kez, “Hayır.” dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer buyurdu ki:
“Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, sen onu tanımıyorsun.”
Ne derin bir hikmet vardır bu sözde…
İnsanı tanımak, belki de insan olmanın en zor sınavlarından biridir.
Çünkü insan, sadece görünen bir varlık değildir.
Onun içinde duygular, düşünceler, korkular, gizli yaralar, beklentiler ve çelişkiler vardır.
Bu yüzden birini tanımak, sadece onunla konuşmak ya da zaman geçirmek değildir — o kişinin kalbine, niyetine,
davranışlarının ardındaki anlamlara nüfuz etmektir.
Ne güzel insanlardır onlar…
Sen düşerken gölgene bile basmazlar ama zirvede el sallamayı ihmal etmezler.
Zorunda kalmadıkça yanında görünmezler, işine yaradığı sürece “kardeşim” derler.
Menfaatinle aralarına mesafe girince bir bakarsın, yüzleri değil, vicdanları bile değişmiş.
Selamsız, sabahsız çekip giderler; sanki senin iyiliğini hiç dert etmemişler gibi.
Ama olsun… Biz hâlâ nezaketimizi kaybetmeyelim.
Güle güle diyelim gidenlere
Neyse, konumuz insan… gayet ciddi(!):)
Bir yüzü, bir sözü, bir tebessümü görmek kolaydır.
Ama o yüzün ardında neler yaşandığını, hangi acıların, hangi pişmanlıkların, hangi umutların gizli olduğunu bilmek çok zordur.
İnsanı tanımak demek, sadece onun sana nasıl davrandığına bakmak değildir; o insanın başkalarına, özellikle de
kendisine karşı nasıl davrandığına bakmaktır.
Bir insan başkasının yokluğunda nasıl konuşuyorsa, kimse görmezken ne yapıyorsa, işte orada gerçek kimliği gizlidir.
Yani insan, yalnızken de aynıysa, işte o zaman “tanınmış” bir insandır.
Birini tanıdığını düşündüğün an, ona güvenip güvenemeyeceğini sorduğunda cevap netse, işte o zaman gerçekten tanımışsındır.
Çünkü güven, insan ilişkilerinin özüdür.
Sevgi güven olmadan kök salmaz, saygı güven olmadan büyümez.
Bir insana “güveniyorum” diyebilmek, aslında “onu tanıyorum” demenin en sade hâlidir.
Cenâb-ı Hak da kullarından sadece şekil olarak ibadet edenleri değil, kalbiyle kulluk edenleri ister.
Öyle ki Kur’ân-ı Kerîm’de:“فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ”“Yazıklar olsun o namaz kılanlara…” (el-Mâûn, 4)
buyurur.
Yani, ibadetinin özünü yaşamayan, kalbiyle teslim olmayan kimseleri uyarır.
Aslında bir insanın karakteri, onun muamelesinde, davranışlarında, insanlara karşı tutumunda belli olur.
Huşû dolu bir kalp, ibadetiyle güzelleşir ama muamelesiyle değer kazanır.
Ve bil ki; güven, bir insanın sahip olabileceği en kıymetli hazinedir.
Ne mal, ne makam, ne de söz…
Gerçek kazanç, güven duyulan bir insan olabilmektir.
Birini sadece dış görünüşüne, sözlerine veya toplumsal konumuna göre değerlendirmek, insanı tanımak değil, onu etiketlemektir.
Gerçek tanıma, “görmek” değil, “idrak etmek”tir.
Bazen en sessiz insanın içinde en derin fırtınalar kopar, bazen de en neşeli görünenin içinde tarifsiz bir hüzün vardır.
Bu yüzden, insanı tanımak için göz değil, kalp gözü gerekir.
Selam ve dua ile
Allahemanet olun Allah’ emanetiz