Geçen çarşamba sabahı, saat beşti.
Karanlık henüz yerini aydınlığa bırakmamışken uyandım.
Odanın içinde, nedense kalbimi hızlandıran dingin bir huzur vardı.
Sanki biri beni çağırıyordu…
Sanki bir yerlerde bekleyen eski bir hatıra, sessizce yanıma gelmemi istiyordu.
Kimseyi uyandırmadan kalktım, sessizce abdest aldım.
Su yüzümden akarken içimdeki o tanıdık duygu daha da derinleşti.
İki rekât teheccüd namazı kıldım; her secdede, yıllardır içimde biriken özlemi secdeye bırakır gibiydim.
Sonra evi toparladım, hazırlanıp beklemeye başladım.
Derken sabah ezanı okundu, namazımı kıldım.
Çamaşır makinesine çamaşır attım ama çalıştırmadım; henüz erkendi.
Bir süre sonra Şenol da uyandı.Birlikte hazırlandık.
Yüzüme baktı, gülümsedi:“Heyecanlısın,” dedi.
“Eeee,” dedim, “kaç sene sonra ilk kez başlıyoruz.
İnşallah unutmamışımdır.”
“Zeytin toplamayı mı?” dedi gülerek.“Unutmazsın sen,” dedi Şenol.
O an anladım…
Bu sadece zeytin toplamak değildi.
Bu, geçmişe dokunmak, hatıralarla yeniden buluşmaktı.
Eşimle birlikte yola çıktık.“Çay yaptım,” dedim ona. “Termosa koydum.
Çalışan çocuklara da simit, poğaça alalım.”
Sanki bu yalnızca bir ikram değildi.
Yıllar önce bana uzatılan bir sevgiyi, şimdi başkalarına taşıma isteğiydi bu.
İçimde, paylaştıkça çoğalacağına inandığım bir şey vardı.
Fırına uğradık, sıcak ekmek kokuları eşliğinde. Poğaçalari simitleri aldık.
Sonra da dağa doğru yol aldık.
Yol uzadıkça içimdeki heyecan da büyüdü;her virajda, her ağaçta eski bir hatıra bana göz kırpıyordu.
Bahçeye vardığımızda etraf sessizdi.
Ne bir ayak sesi vardı, ne de zeytin dallarının o tanıdık hışırtısı.
Sanki her şey bizi bekliyor, ilk adımı bizim atmamızı istiyordu.
Kapıyı usulca açarken dudaklarımdan kendiliğinden döküldü:“Bismillah…”
Ardından derin, çok derin bir nefes aldım.
O nefeste hem yılların özlemi vardı hem de yeniden başlamanın tarifsiz heyecanı…
“Selamun aleyküm… Ben geldim, Hakime.”
Bu bahçede daha önce hiç zeytin toplamamıştım.
Küçüklüğümde gelmiştik; dedem, yengem, annem…
Hep başkalarının elinde, uzaktan izlediğim bir emekti bu.
Kıyısından köşesinden tutmak değil; tam ortasından, emeğin tam kalbinden tutmak nasip olmamıştı bana.
Dallara uzandım.
Zeytinleri avuçlarımın içinde yokladığımda,
sanki yıllardır beni bekliyorlarmış gibi yumuşacık boyun eğdiler.
O an boğazım düğümlendi.
İnsan bazen toprağa değil, hatıralarına dokunurmuş meğer.
Şenol arabayla yanıma yanaştı.
“Gel,” dedi, “bahçenin yukarısına kadar bin.”
Gülümseyerek başımı salladım, hayır, dedim.
Daha neler… Bu bahçeye evden yaya gelirdik; bahçe içinde arabayla gezmek mi?
“Sen git,” dedim. “Ben gelirim.”
Aslında o küçük yürüyüşü istiyordum.
Sesizligin sesini , ayak izlerimin arasında geçmişi duymayı…
her adımda kalbimdeki heyecanı biraz daha sakinleştirmek…
Ve belki de, bu yeni başlangıca yavaş yavaş alışmak için.
Bir süre sonra kardeşlerim geldi.
Selamlaştık.
Daha başlamadan,“Önce bir çay için, sıcak poğaça da var,” dedim.
Gülerek karşılık verdiler:
“Önce hak edelim Haki̇me teyze,” dediler.
“Siz bilirisniz” dedim.
Derken başladılar zeytinleri çırpmaya.
Dallar silkelenirken zeytinler yere düştü, toprak ilk emeğini aldı.
Bahçe, yıllar sonra yeniden çalışmanın sesine kavuştu.
Ben uzaktan izledim bir süre.
Çay buharı havaya karıştı, poğaçanın ve simit kokusu sabaha.
O an anladım; emek, bazen başlamadan önce değil, başlarken bereketlenirmiş.
Sonra gözüm bir ağacın altına serilmiş çarşafa takıldı.
Dökülen zeytinler, yuvarlana yuvarlana bir köşede toplanmıştı.
Sanki hepsi aynı yere sığınmış, aynı hikâyeyi fısıldıyordu.
Yanıma bir kadın oturdu.
Birlikte ayıklamaya başladık.
O konuşuyordu; ben ise her zeytinin dokusunda bir hatıra arıyordum.
Parmaklarım çalışıyor, kalbim geçmişte dolaşıyordu.
“Artık kolaylaştı bu işler abla,” dedi. kadin “Sırıkla dövme yok.
Elektrikli makineler var artık.
Yağhanede de makineler temizliyor. İri dalları ayıklamak yeterli.”
Bir an durdum.
Zeytinleri hâlâ ince ince ayıklıyordum;çocukluktan kalma bir alışkanlıkla, öğrendiğim gibi…
Yanımdaki kadın, son yıllarda zeytin çalışmalarında nelerin değiştiğini anlatmaya başladı.
Sözleri, “Böyle ayıklarsan bu iş bitmez,” demek ister gibiydi.
Dinledim.
Haklıydı belki.
Zaman değişmişti, usuller değişmişti.
Ama insan… İnsan her zaman değişmiyordu.
Biz,büyüklerimizin “Yaptığın işi temiz yap, güzel yap,”öğütleriyle büyümüştük.
Aceleden çok özen öğrenmiştik, çabuktan önce hakkını vermeyi.
Elimdeki zeytine baktım, sonra başımı kaldırdım.
Söyledikleri doğruydu belki…
Ama bazı emekler vardı ki, ne makineyle kolaylaşıyor ne de zamana yeniliyordu.
Çünkü o emek, yalnızca yapılan işte değil, onu yapan kalpte iz bırakıyordu.
Dedemin elindeki sırıkla zeytinleri silkeleyişi düştü aklıma…
Her vuruşunda dalların nasıl titrediğini,zeytinlerin yere düşerken çıkardığı o tanıdık sesi…
Yengemin, başındaki yazmanın ucuyla terini silişi…
Yorgun ama vakur. Şikâyetsiz.
Annemin yüzüne vuran güneş… Terin ve ışığın iç içe geçtiği o hâl…
Çalışırken bile gülen yüzü…
İçimden bir şey kopmuş gibi oldu.
Sanki yıllar önce bırakılmış bir emanet, o an yeniden kalbime konmuştu.
Kadın diğer ağacın altına çarşaf sermeye gidince yalnız kaldım.
Ben, zeytinler ve geçmiş…
Üçümüz baş başa.
Gözlerim bahçenin bütün köşelerini dolaşmaya başladı.
“Neredesiniz?” diye sorar gibiydim.
Sanki dedemi arıyordum, yengemi, annemi…
Oysa çok iyi biliyordum.
Bu bahçeden çoktan ayrılmışlardı.
Zeytinleri ayıklarken bir damla düştü ellerimin üzerine…
Sonra bir tane daha.
Fark etmeden ağlıyordum.
Titreyen bir nefesle fısıldadım: “Allah hepinizden razı olsun…”.”
Bize bu emekleri, bu toprağı bıraktığınız için…”
O an,zeytinler sessizce durdu, toprak dinledi,
ve kalbim… kalbim hepsini bağrına bastı.
Kadın geri geldi, sessizce yanıma oturdu.
Bir süre zeytinleri ayıkladık, sonra başını kaldırıp gülümsedi:
“Abla,” dedi, “zeytin küçük ama bereketli.
Maşallah, bu sene çok var.” Gözlerimi kaldırmadan,
tek kelime döküldü dudaklarımdan: “Elhamdülillah…”
O an anladım ki…
Zeytinlerin kokusunda onların nefesi vardı.
Rüzgâr dallara vurdukça, sanki sesleri karışıyordu yaprakların hışırtısına.
Bu toprak, bana sadece zeytin sunmuyordu.
Bir zamanlar sevdiğim insanların alın terini, duasını, hatırasını da uzatıyordu avuçlarıma.
Ve ben… O çarşafın üzerinde diz çökmüş halde,
hem geçmişe hem bugüne aynı anda tutunuyordum.
Toprağa, emeğe, ve bizi biz yapan o sessiz mirasa…
Her nefeste bir minnet, her avuç zeytinde bir hatıra…
Ve o anda anladım ki yaşadığımız her an,
bizden önce emeği geçmiş ellerin ve sevginin bir armağanıydı.
“Hamd olsun alemlerin Rabbi olan Rabbime…”
Güzel hafta sonlari 🙂