Bir küçük antika parça milyarlarca lira ediyor. İnsan hayretle bakıyor: “Vay be, ne kadar değerliymiş!” Bir ressam her gün güneşin batışını resmediyor; insanlar hayran: “Ne güzel çizmiş!” Ama Rabbimizin, her gün doğurup her gün batırdığı güneşteki kudreti görmüyorlar. Para verdiğimiz tabloların güzelliğini fark ederken, Rabbimizin yarattığı insan mucizesine körüz.
O parayla bir ev alınabiliyor. Eğer semti güzelse, yine hayranlık: “Ne harika bir yer! Orada ev sahibi olmak büyük şans!” Ama yüzlerce hücreden oluşan, düşünen, hisseden, konuşan bir insanın yaratılması “normal” geliyor. Saçındaki teli, yüzündeki çizgiyi, ruhunu, aklını, sevgisini veren Rabbimizi düşünmüyoruz bile.
Kendi yaptığımız bir tabloya, bir heykele, bir binaya değer biçiyoruz; ama Allah’ın en büyük mucizesi olan insana kıymet vermiyoruz. İnsan, yüzlerce hücreden oluşan, düşünen, hisseden, konuşan bir varlık. Ama biz onu sıradan görüyoruz.
Allah diyor ki: “Dağları yeryüzünün dengesini sağlasın diye yerleştirdik.” Peki kul ne yapıyor? Binalar dikiyor, ormanları yakıyor, doğayı yok ediyor. Sadece kendi konforu için, gelecek nesillere hiçbir şey bırakmadan her şeyi harcıyor. Oysa yaratılan her şeyde ölçü, denge ve hikmet var. Ama biz, Allah’ın sanatını görmezden gelip, kendi yaptıklarımızla övünüyoruz.
En değerli varlık olan insanı küçümsüyor, onunla birlikte dünyayı tüketiyoruz. Peki gerçek kıymeti, gerçek güzelliği ne zaman fark edeceğiz? Gerçek sanat kimin elinde: Geçici malların mı, yoksa insanı insan yapan ruhun mu?
Belki bir gün durup düşünürsek, aynadaki mucizeyi, karşımızdakinin akışındaki ışığı, dağların sessiz salınımındaki dengeyi görür ve deriz:
“Rabbimin sanatı ne kadar büyük, ne kadar kıymetliymiş!”
Gönülden demeyi Rabbim hepimize nasip etsin; samimi ve içten bir kalple fark edelim, kıymet bilelim. Elhamdülillah.